"Dikkat Önemli"
'' O ğ u z 33 '' T i m i 90'lı Yıllarda Terörle Mücaadelenin İçerisinde Yer Almış, Dillere Destan '' O ğ u z 33 '' Timin Yaşadıklarını Anlatan Sitemize Hoş geldiniz, Sizleri Burada Tutabilmek İçin, Yapılması Gereken Her Şey Yapıldı, Umarım Kaldığınıza Değer...!!!>'' O ğ u z 33 '' T i m i
   
  ‘Oğuz33’ Timi
  ATASÖZLERİ
 


GÜZEL SÖZLER & ATASÖZLER




































 

 




 


MEVLANA' NIN YEDİ ÖĞÜDÜ


Cömertlik ve yardım etmede AKARSU gibi ol!

Şevkat ve merhamette GÜNEŞ gibi ol!

Başkalarının kusurunu örtmede GECE gibi ol!

Şiddet ve asabiyette ÖLÜ gibi ol!

Tevazu ve alçak gönüllülükte TOPRAK gibi ol!

Hoşgörürlükte DENİZ gibi ol!

Ya olduğun gibi GÖRÜN, ya göründüğün gibi OL!



Ahiliğin 7 ilkesi:

Ahiliğin ilkeleri gereği, Ahînin dört nesnesi açık ve üç nesnesi kapalı olmalıdır:

Açık olmaları gerekenler:

1. Gönlü açık olmalı

2. Kapısı açık olmalı

3. Eli açık olmalı

4. Sofrası açık olmalı

Kapalı olmaları gerekenler:

1. Gözü kapalı olmalı

2. Dili kapalı olmalı

3. Şalvarı kapalı olmalı

LEONARDO DA VİNCİ' NİN 7 İLKESİ

Dimostrazione: her şeyi olduğu gibi kabul etmeyin, kendi düşünce tarzınızı yaratın.
Sfumato: belirsizliği ve paradoksu kucaklama arzusunda olun.
Sensazione: duyularınızı bilinçli bir şekilde yönetin.
Curiosita: hayatı sorgulayın, merak edin.
Comessione: dünyadaki her şey birbiriyle ilişki içindedir.
Arte/scienza: bilim ve sanat, mantık ve yaratıcılık arasında bir denge vardır, hayat zıtlıklardan oluşur.
Corporalita: sağlığınıza dikkat edin, dengeli beslenin, vücudunuzun hem sağ hem sol tarafını çalıştırın.


 
Şeyh Edebalıdan Osman Bey'e Öğütler,

"Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana..

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir. Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar.. (Bu nasihat Osmanlıyı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!.. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!.. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman!

Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.

NE OL , NE OLMA

PARANI VER, GÖNLÜNÜ VER, SELAM VER, CANINI VER AMA SIRRINI VERME !

GÜNLERİNİ SAY, SERVETİNİ SAY, BÜYÜKLERİNİ SAY AMA YERİNDE SAYMA !

EMEK VER, KULAK VER,BİLGİ VER AMA HİÇBİR ZAMAN BOŞ VERME !

SATICI OL, ALICI OL, KALICI OL, BULUCU OL AMA BÖLÜCÜ OLMA !

EŞİNİ BEĞEN, İŞİNİ BEĞEN, AŞINI BEĞEN AMA KENDİNİ BEĞENME !

FİDAN BÜYÜT, GARİP DOYUR, ÇOCUK BESLE AMA KİN BESLEME !

DAVET ET, HAYRET ET, AFFET, TEVBE ET AMA İHANET ETME !

HEDEFE KOŞ, CİHADA KOŞ, YARDIMA KOŞ AMA ORTAK KOŞMA !

ELİNİ AÇ, GÖZÜNÜ AÇ, KAPINI AÇ AMA AĞZINI AÇMA !

OKUMAKTAN ZARAR GELMEZ, OKU AMA LANET OKUMA !

RAKİBİNİ GEÇ, SINIFINI GEÇ AMA GÜLÜP GEÇME !

EV AL, ARABA AL, ABDEST AL AMA BEDDUA ALMA !

ZULMÜ DEVİR, NEFSİ DEVİR AMA ÇAM DEVİRME !

YAKLAŞ, KONUŞ, TANIŞ AMA UŞAKLAŞMA !

DOĞRUL, DEVRİL AMA EĞRİLME !

SESLEN, USLAN AMA YASLANMA !

İTİL, ATIL AMA SATILMA!


 
Hayatın altın kuralları

 
*Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.

* Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol.

* Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.

* Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.

* "Seni seviyorum" derken inanarak söyle.

* "Özür dilerim" derken karşındakinin gözünün içine bak.

* İlk görüşte aşka inan.

* Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal.

* Asla başkalarının hayalleriyle dalga geçme.

* Derinden ve inançla sev.

* Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam yaşayamazsın.

* Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş.

* İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp onlar hakkında karar verme.

* İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.

* İnsanlara beklediklerinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.

* Yavaş konuş, ama hızlı düşün.

* Eğer biri sana cevap vermek istemediğin bir soru sorarsa gülümse ve "neden bilmek istiyorsun?" de.

* Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır.

* Eğer kaybedersen, aklını da kaybetme.

* Üç "S" yi unutma:

Sevgi - herkese,

Saygı - kendine, başkalarına,

Sorumluluk - tüm hareketlerin için.

* Küçük bir tartışmanın tüm dostluğu mahvetmesine izin verme.

* Dostun olsun istiyorsan, dost ol.

* Eğer hata yaptığını fark edersen, hemen onu düzeltmeye bak, bile bile devam etme.

* Telefonda konuşurken gülümse, karşındaki sesinden gülümseyişini duyacaktır.

* Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen, yaşın ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktır.

* Biraz yalnız kalmaya özen göster.

* Anneni say, sev, ara.

* Yeniliklere açık ol ama ille de değişmeye çalışma.

* Şunu bil ki, sessiz kalmak bazen de en iyi cevaptır.

* Daha fazla kitap oku, dostlarını ara, daha az TV seyret.

* Güzel, şerefli bir hayat yaşa, yaşlanıp geri baktığında ikinci bir defa tadını çıkarırsın.

* Allaha güven - ama arabanı kilitle.

* Yuvanda sıcak bir ortam yaratmak için elinden geleni yap.

* Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.

* Satır aralarını da oku. Bilgilerini paylaş.

* Bilgi insanı kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır.

KONFÜÇYÜS



* Dünyaya iyi davran.

* Dua et. Büyük güç verir, düşün. Daha da büyük güç verir.

* İşini iyi yap.

* Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme.

* Yılda bir defa, daha önce gitmediğin bir yere git.

* Eğer çok paran olursa, başkalarına yardım et, paranın en zevkli tarafını kaçırma.

* Bazen istediğin bir şeyin olmaması senin için bir şanstır.

* Önce kuralları öğren, düşün, karar ver ve bazılarını boz.

* En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.

* Başarının gerçek olup olmadığını anlamak için, karşılığında neler verdiğine bak.

* Ders alınmış başarısızlık başarı demektir.

* Şunu bil ki, karakterin senin kaderindir.

* Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağına bir gönülde buket ol.

* Kişiliğini ve kimliğini hiçbir değerle değiştirme!

*Sevgi icin kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın.

* İçinden ne geliyorsa yap, doğal ol.

* Sana yapılan iyiliği mermere, kötülüğü toza yaz.

* Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.

* Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin.

 
ÖNEMLİ SÖZLER

 
  • İnsanda hayallerin yerini anılar almaya başlamışsa, yaşlılık başlamış demektir. James Brewer
  •  
  • Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için, dünyadakiler birbirlerini yiyorlar!.. Kalp ne ile doluysa dudaklardan dökülür gider. -GOETHE-
  •  
  • Öyle adamlar gördüm üstünde elbisesi yok, öyle elbiseler gördüm içinde adam yok. -MEVLANA-
  •  
  • Para herşeyi yapar diyen adam, Para için herşeyi yapan adamdır. -Benjamin Franklin-
  •  
  • İstediğiniz bazı şeylere sahip olamamak , mutluluğun bir parçasıdır. -B.RUSSEL-
  •  
  • Söz kalpten çıkarsa kalbe kadar gider, dilden çıkarsa kulağı asamaz. -ARAP ATASOZU-
  •  
  • Doğarken sen ağladın çevrendekiler güldü, öyle bir hayat yasa ki öldükten sonra çevrendekiler ağlasın sen gül...
  •  
  • İyiliği gizli yapanlar, tanrıya inananlardır. -BALZAC-
  •  
  • Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler , elinden büyük is gelmeyenlerdir. -EFLATUN-
  •  
  • Birçok insan mutluluğu burnunun üstünde unuttuğu gözlük gibi etrafta arar.
  •  
  • İnsanların yaptığı sahte paralar kadar paraların yaptığı sahte insanlar vardır.
  •  
  • İnsanlar sahip olduklarını küçümser, sahip olamadıklarını önemser.
  •  
  • Oyun bittiği zaman sah da piyon da ayni kutuya atılır.
  •  
  • Dal rüzgarı affetmiştir ama kırılmıştır bir kere.
  •  
  • Bildiğini bilenin, arkasından gidiniz. Bildiğini bilmeyeni, uyandırınız. Bilmediğini bilene, öğretiniz Bilmediğini bilmeyenden, kaçınız. -KONFIÇYÜS-
  •  
  • Gül sunan bir elde daima bir miktar gül kokusu kalır. -Çin atasözü-
  •  
  • Ölümün bizi nerede beklediği belli değil , iyimsimi biz onu her yerde bekleyelim. -Montaigne-
  •  
  • Gençliğine de güvenme, ölen hep ihtiyar mi?
  •  
  • Ayrılık küçük sevgileri yok eder, büyük sevgileri daha da yüceltir. Tıpkı rüzgarın mumu söndürüp ateşi ise daha da alevlendirdiği gibi...

 

  • İnsanlar görüntüleriyle karşılanır şahsiyetleriyle uğurlanır.
  • İnsan papatyalara koşarken ezdiği kir çiçeklerinin farkına varamıyor.
-Namuslu adam erken evlenir, akıllı adam hiç evlenmez. (Cervantes)

-Evlilik aşkın mezarıdır. (Stendhal)

-Bir evliliğin geleceği, ilk gecenin sabahından belli oldur. (H. De Balzac )

-Sevmeden evlenmek, inanmadan ibadet etmek gibi alçakça bir iştir. (Çehov)

-Aşksız evlilik, evliliksiz aşkı doğurur. (Benjamin Franklin)

-Evlenme davaya benzer; mutlaka memnun olmayan bir taraf vardır. (H.de Balzac)

-Her evli çiftte, en az biri budaladır. (Fielding)

-Evlenmenin iyisi olur, ama nefisi olmaz. (La Rouchefoucauld)

-Evlilik, bekarların özlediği ve dulların kaçtığı bir şeydir. (F.K. Knowles)

-Bütün trajediler ölümle biter; bütün komediler evlilikle. (Byron)

-Evliliğe kutsallık veren aşktır. (Tolstoy)

-Aşk genellikle bir evlilik meyvesidir. (Moliere)

-Evlilik erkeklerin özgürlüklerini, kadınların mutluluklarını ortaya koydukları bir piyangodur. (Madame de Rieux)

-Kadın evlenmeden önce, erkek evlendikten sonra ağlar. (Polonya Atasözü)

-Aşk, evliliğin şafağı, evlenme aşkın akşamıdır. (De Finod)

-Evlilik, hiçbir pusulanın işlemediği derin bir okyanustur. (Heine)

-Sağır bir kocayla, kör bir kadın mutlu bir çifttir. (Danimarka Atasözü)

-Evlilik, üstünde bütün kadınların anlaştığı, bütün erkeklerin de anlaşamadığı bir konudur. (Oscar Wilde)

-Erkek, evlendiğinin ertesi günü kendini yedi yaş daha kocamış bulur. (Bacon)

-Şahane bir evde kavgacı bir kadınla oturmaktansa, tavan arasında yalnız başına oturmak daha iyidir. (Simonider)

-Savaşa giderken bir, denize girerken iki, evlenirken üç defa düşün. (Rus Atasözü)

Bir gülümseme ( Sevginin ve insan olmanın anahtarıdır..

Bir gülümseme ( iç dünyamızın güzelliklerini içe yansıtır...

Bir gülümseme ( bir külfeti yoktur fakat çok şey kazandırır..

Bir gülümseme (evde saadet işte muhaffakiyettir..

Bir gülümseme (başkalarına ikramda bulunmak demektir..

Bir gülümseme (vereni fakirleştirmeden alanı zenginleştirir..

Bir gülümseme (bir an sürer, bazen ise edebiyen yaşar...

Bir gülümseme (yorgun olan insanı dinlendirir..

Bir gülümseme (ümitsiz olana neşe ve hayat bahşeder..

Bir gülümseme (karanlık bir çehreyi aydınlatabilir..

Bir gülüseme (satın alınmaz ,rica ile elde edilemez..

Bir gülümseme ödünç verilmez, çalmakta mümkün değildir..

Bir gülümseme (kendiliğinden verilmedikçe işe yaramaz..

Bir gülümseme(ona ihtiyaç duyanlara ilaç gibi gelir...

Bir gülümseme (bazen bir hayat kurtarır..

Bir gülümseme (bazen bir savaşı önler..

Bir gülümseme (bazen gülümsemeyeni gülümsetir..

Bir gülümseme (sadaka yerine geçer, sevap kazandırır..

Bir gülümseme (gülümsemeye ihtiyacı olana bol bol verin !!!!

Bir gülümseme (gülümseyemeyenlerin ihtiyacı olduğunu unutmayın !!!

Bir gülümseme (için hiç kimse ona ihtiyaç duymadan yaşayacak kadar zengin ve kuvvetli değildir!!!

bol bol gülün ve güldürün...

** HAYALLERİMİZ YAŞAMLA VE YAPACAĞIMIZ TERCİHLERLE İLGİLİDİR.
** İNSANLARIN, SÖYLEDİKLERİ İLE YORUMLARINI,  GÖRDÜKLERİ İLE ÜŞÜNDÜKLERİNİ AYIRMALARI GEREKİR.
** HİÇBİR ZAMAN ÇIKTIĞIN KAPIYI ÇARPMA; GERİ DÖNMEK İSTEYEBİLİRSİN.

Profesyoneller ile amatörler arasındaki farklar;

profesyoneller, görev tanımlarından daha geniş bir sorumluluk hissi taşırlar.
profesyonel olmayanlar, sadece "o şirkette çalışırlar".
profesyoneller bir sorunun üzerine giderler,
profesyonel olmayanlar sorunun etrafında dolaşırlar.
profesyoneller "bu işi yapmanın daha iyi bir yöntemi olması gerekir",
profesyonel olmayanlar, "bu şirkette işler hep böyle yapıla gelmiştir "der.
profesyoneller "araştırıp, bulalım";
profesyonel olmayanlar "cevabı kimse bilmiyor" der.
profesyoneller bir hata yapınca "yanılmışım";
profesyonel olmayanlar ise "benim bir kabahatim yok" der.
profesyoneller dinler,
profesyonel olmayanlar konuşma sıraları gelinceye kadar bekler.
profesyoneller kaybetmekten pek korkmazlar,
profesyonel olmayanlar sanki kazanmaktan korkarlar.
profesyoneller çok çalışır ve boş vakitleri vardır,
profesyonel olmayanlar yapılması gerekene vakit ayıramayacak kadar çok meşguldür.
profesyoneller söz verir,
profesyonel olmayanlar vaat eder.
profesyoneller , "iyiyim ama gerektiği kadar değil",
profesyonel olmayanlar ; "kötüyüm, ama başkaları benden kötü" der.
Son söz: kispet giymekle güreşçi olunmaz.

O cu, bu cu, şu cu olma!
Sen, sen ol; sadece kendin ol!
Yoksa olup olabileceğin; onun-bunun-şunun kulu-kölesi-esiri-maymunu-veya tasmalı/tasmasız köpeği olabilmektir!
Tek bir yaşam penceren; kısıtlı, misal 90 derecelik bir hayata bakış açın olmasın!
Yaşam pencerelerini çoğalt!
Hayata mümkünse 300 derecelik bir açı ve hatta üstü bir açıdan bak, bakabil, bakabilmeye kendini zorla!
İşte o vakit; insan kalma, kalabilme yolunda çok engebeli yolları aşarak, bilge olma hakkını; yaşamı paylaştığın halk, sana seve seve verecektir!
Dinle, düşün, kısa-açık-net konuş!
Mükemmel olmak adına, kendini bir faunusa kapama!
Kendini özgür bırak.
Unutma!
Yaptıklarının pişmanlığı zamanla geçer, yapmadıklarının pişmanlığı ölümüne kadar seninledir!
Yuvarlanmadan, emeklemeye; yürümeden, koşmaya kalkma! Bedeli çok ağır olabilir!
Dünya hayatında, yaşama dair arzu, amaç ve hedefin yoksa! Bu okuduklarını unut! Senin bunlara ihtiyacın yok! işin kötüsü bu okudukların umarım beynini bulandırmamıştır!
Öğrenme çocukken başlar...
 
İyi yapılmış bir işi takdir etmeyi : "bana bakın, gidin birbirinizi dışarda gebertin, evi daha yeni temizledim...!!!"
duaların gücünü : "yat kalk dua et ki baban müzik setinin bozulduğunu fark etmedi..."
zamana karşı yarışmayı : "o oyuncaklarını topla yoksa bir tekme attığım gibi hepsini karşı sahilden toplarsın.."
mantıklı düşünmeyi : "ben öyle diyorsam öyledir...!!!"
ileri görüşlü olmayı : "çıkmadan önce temiz bir çamaşır giy..Yolda Allah korusun başına bir şey gelir kirli çamaşırla etrafa rezil olursun."
hayatın trajikomik yanlarını : "sen daha orda gülmeye devam et, birazdan ben seni tam güldürü cem..."
hayatın çelişkilerle dolu olduğunu : "kapa çeneni ve çorbanı iç ..!!" 
dayanıklı olmayı : " o ıspanak bitene kadar sofradan kalkmak yok..!!!"
hava raporu tahmini yapmayı : " şu dağınıklığa bak...Yabancı biri görse odanın ortasından kasırga geçmiş sanır..."
abartmayı : "sana 500 bin defa söyledim kirli ayakkabılarınla içeri girme diye..!!"
davranış psikolojisini : "babana çekeceğine biraz bana çekseydin no olurdu ..."
olağanüstü durumlara hazırlıklı olmayı : "dinleme bakalım anne sözü dinleme...!!! Kafana meteor düşecek kenara çekil" diye bağırsam onu bile dinlemezsin dimi......!!!!"
kıskanmayı : " dünyada senin annen baban gibi mükemmel bir aileye sahip olmayan, kaç milyon çocuk var biliyor musun..."
sabırlı olmayı : "baban eve gelsin, sen görürsün''
hakkımızı alacağımızı : "eve vardığımızda ben bilirim sana yapacağımı"
diyalog kurmayı : "sana bir şey sorduğumda cevap ver...!!" "ne söyleyeyim anne ?" "sus!! Bana cevap verme!!!"
tıp bilgilerini : "gözlerini şaşı yaparken bir gün öyle kalıvereceksin"
olgun olmayı : "bu tabağın hepsini bitirmezsen asla büyüyemezsin."
genetik bilgileri : "sen de o lanet olası babana çektin." 
bilgeliği : "benim yaşıma gel de anlarsın o zaman."
ve...Adaleti : "bir gün senin de çocukların olacak.. İnşallah onlar da sana senin şimdi bana yaptıklarını yaparlar..."

 
BİR HAYAT KURALI...

Hiç bir Şey için "benimdir" deme Sadece de ki "yanımdadır";
Çünkü ne altın,
Ne toprak,
Ne sevgili,
Ne hayat, ne ölüm,
Ne huzur,
Ne de keder Daima seninle kalmaz...


Bazen hayatı sorgulamalı insan, Ne için yaşadığını, Kim için uğraştığını sorgulamalı, Kendi için mi yoksa birileri için mi yaşadığını bilmeli.
Öğrenmeli ne için var olduğunu dünyada…İnsan bazen sorgulamalı yaptıklarını, Sorgulamalı hayatı ne kadar hakkıyla yaşadığını, Unutmamalı geçmişini Ve bu güne nasıl bir geçmişten geldiğini, Kabullenmeli yaptığı yanlışlarla doğrularını nasıl bulduğunu…
İnsanın kendince doğruları olmalı, Kendince kuralları, Kendi yönetmeli kendi hayatını, Kendi hayatından sorumlu olmalı ilk başta, Aldığı her nefesi hak etmeli, Kaç merdiveni tırmandıysa, Kaç zorlu yoldan geçtiyse, Her an aklında olmalı yaşadığı zorluklar, Olmalı ki şükretmeli hayatına.
Hani bazen insanın hayatını sorguladığı zamanları vardır. Bu zamanlar ki insanın kendiyle hesaplaşmasıdır. Bir nevi şu an yaşadığı hayatın muhasebesini yapmaktır. Yaşanan hayatın artılarının ve eksilerinin, getirdiklerinin ve götürdüklerinin karşılaştırılmasıdır.
Bence insan dönem dönem hayatının sorgulamasını yapmalı. Yapmalı ki nerde yanlışı olduğunu bilmeli. Hayatıyla yüzleşmeli yani.
Yaşadıklarını kabullenmektir hayatla yüzleşmek. Yanlışlarını kabullenmektir. Belki zaman içinde yapılan yanlışları zorda olsa kabullenmektir.
Her insan gibi sizinde mutlaka vardır hayatınızda yüzleşmekten korktuğunuz zamanlarınız. Çünkü insan ne kadar da olsa ilk başta yanlışlarını kabullenmek istemez. Hep yanlışlar hayatın ücra bir köşesinde duruverir. Taki onu ne zaman kabullenir insan, o zaman yaşanmış olarak kalır hayatta. En azından hayatın bir tarafında kalmamış olur yanlışlar.
Aslında İnsanın yanlışlarını hata olarak görmesi ve “bunu ben yaşadım” demesi büyük bir erdemdir… “Evet ben burada yanlış yaptım” diyen ve bunu kabullenen kaç insan var ki…
Hayatın başarılı tarafları övünülürken neden yanlış ve başarısızlıkla sonuçlananlar kabullenilmez? Başarısızlık bizim yaşamadığımız bir şey mi yoksa…
Hayır hayır biz başarısızlıkları da yaşadık. Nasıl ki başarılar hayatımızın bir yerlerinde mutlulukla karşılandıysa, başarısızlıklarımız da mutsuzlukla karşılandı. Ama yaşandı sonuçta.
İnsan başarılarının mutluluğunu birileriyle paylaşırken, yapılan yanlışların ve başarısızlıklarını da kendiyle paylaştı.
Belki de bu yüzden başarısızlıklarımız tek başına kaldı hayatın bir köşesinde.
Belki de bu yüzden kabullenilmedi yanlışlar.
Yanlışıyla doğrusuyla bir hayat yok mu ardımızda. Ne olursa olsun bu hayat bizim değil mi?
Bizimse bu hayat doğrular kadar yanlışlar da bir parçası olmadı mı yaşamımızın.


Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse, Takdir etmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse, Adil olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse, İnançlı olmayı öğrenir.
Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse, Kendini sevmeyi öğrenir.
Eğer bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,


ESKİDEN

Çember çevrilir Su musluktan içilir Bebekler bezden Silahlar tahtadan Resimler kömür karasından yapılırdı.
Ağaçlara tırmanılırdı...
Kızlara ninelerin, Erkeklere dedelerin isimleri konurdu.
Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen Bizde de pişer Bizde pişen komşuya da düşerdi.
Turşu salça mantı evde yapılır Karpuz kuyuda soğutulurdu.
Merdiven çıkılır Aidat ödenmez Yönetici seçilmezdi.....
Ajans radyodan dinlenir, Çizgili roman okunur, Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Hayat arkası yarın gibiydi kesintisizdi Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi Düşünü kurar Kendi hayatını Kurardı....
Şimdi hayat tek perdelik bir oyun stand up bir yalnızlık gibi,
Şimdi herkes emekli bir memur gibi yorgun ve tek başına.....

Arkadaşlık nedir?

Eski Türklerde askerler savaşırken arkadan gelen herhangi bir saldırıyıkontrol edebilmek için sırtlarını ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırtdayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş...
Yıllar sonra bu sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklindedilimize yerleşmiştir.
Artık güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacakolan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isim ARKADAŞ tır..
 

mesele yataktan kalkabilmek

"Yarın sabah saat yedi buçukta kalkacağım" dedi genç kız..
Sonra ertesi günün programını yaptı.. "Duş.. Kahvaltı.. Evden çıkış.." diye başlayarak..
Önemli bazı ihtiyaçlarını karşılamak üzere alışveriş merkezine gidecekti. Sonra öğle yemeğinde uzun zamandır görmediği bir arkadaşı ile buluşacaktı. Öğleden sonra bir iş randevusu vardı..
Saati sabah 7.30'da çalarken "Duş yapmasam da olur" diye düşündü... "Yarım saat daha kestireyim.."
Bir yarım saat daha için kahvaltıdan da vazgeçti..Alışveriş mi?.. O kadar da önemli değildi canım.. Ertesi güne kalabilirdi. Öğleye kadar uyusa ne kadar iyi olacaktı. O kadar sıcak ve çekici idi ki, yatak..Öğle yemeğinde arkadaşı ile buluşma mı?.. Bunca zamandır görüşmemişler de ne olmuştu yani.. Birkaç gün sonra yeseler yemeği ne olurdu ki?.. Bir telefon eder, yok canım, yüz yüze konuşmak zor, bir mesaj çeker ertelerdi yemeği.. Oh be.. Artık canının çektiği kadar uyuyabilirdi..
Uyudu.. İş randevusuna, aç biilaç, alelacele yapılmış bir makyaj, iki fırça ile düzeltilmiş saçlar ve uykudan şişmiş gözlerle girerken, aynaya bakmadığı için, neden başarılı olamadığını da anlayamadı..
O gece yatarken gene plan yaptı.. 7.30 kalkış.. Duş.. Kahvaltı.. Gazetelere bakma.. 9.00: Alışveriş merkezine gidiş. 11.30: Arkadaşla buluşma.. 14.00: İş randevusu..
..Ve sabah 7.30 da saati çaldığında "Canım kahvaltı çekmiyor, duşu da daha dün gece aldım.." diye mırıldandı, yastığı kafasının üstüne koyup öbür tarafa döndü.
Kim mi anlattığım.. Siz.. İçinizden biri.. Kimbilir kaç kişisiniz orda.. Kaç yüz.. Bin.. Başarı, yataktan kalkma ile başlar.. Bu kadar basit.. Ama o kadar da zor..Bir araştırma yapın yakın çevrenizde.. Başarılı olanlar, yataktan kalkmayı bilenlerdir.
Nedir yataktan kalkmayı bilmek.. Karar verdiğin saatte gözünü açtığın anda, fırlayıp yataktan çıkmak.. Bir dakika bile gecikmeden.. Bir dakika bile yatak miskinliği yapmadan..Uçak kaçacaksa, yaparız bunu.. Ama hayat kaçarken yapmayız..Kaçan uçağın yenisi vardır oysa.. Ama kaçan hayatın saniyesi geri gelmez..
Yataktan kalkmayı öğrenmek, kendini tanımakla başlar..Kendinizi iyi tanırsanız, kalkacağınız saati doğru belirler, güne doğru, yapabileceğiniz, başarabileceğiniz planla başlarsınız..
Saat 7.30'da yataktan çıkamadığınızı bile bile her gece "7.30 kalkış" diye yattınız mı, kendi kendinizi aldatır, daha kötüsü giderek aşağılık kompleksine düşersiniz.. "Ben ne berbat bir insanım. Verdiğim en basit kararları bile uygulayamıyorum" diye..
Bakın.. Hayali değil, gerçekçi planlar yapın..
"10.00'da kalkacağım" deyin.. Ama kalkın.. Geceden verdiğiniz kararları, ertesi gün uyguladığınız ölçüde kendinize güveniniz artmaya, kişiliğiniz oturmaya başlar. O zaman 7.30'da da rahatça kalkabilecek güce ulaşırsınız..
Yapamayacağınızı ezbere bildiğiniz planları her gece yatarken yapmak, sizi yaşarken öldürür.
Durmadan plan yapıp ertelemek, hiç plan yapmamaktan çok daha hızla çürütür insanı..
Yataktan kalkacağınız zamana doğru karar verin ve kalkın.. Hayatınızın nasıl hızla olumlu gelişmeye başladığını göreceksiniz..

 
prensesler ve kurbağalar

kadın - erkek ilişkilerini irdeleyen güzel bir yazı... internetten...
Amazon kadınlarıyla karşılaşmak oldukça hazin gelir bana. Modern zamanların yalnız ve entelektüel kadınları... Bu tür bir yazgının salt bana özgü olmadığını bilmek, bu yalnızlığın sonunun hiç gelmeyebileceğine ilişkin şüphelerimi doğrular.
Ben de derin duyarlılıklarına, entelektüel birikimlerine, sosyal başarılarına ve yaşamla barışıklıklarına rağmen hayatı genelde yalnız geçiren kadınlardan biriyim... Bunlara rağmen değil de, belki de bunlar yüzünden diye düşünüyorum kimi zaman.
Hayatı doğru yaşadım diyorsunuz. Ender rastlanan dost sofralarında konaklıyor, iyi bir kariyere doğru yürüyorsunuz. Ayaklarınız hiç yere basmıyor, görmediğiniz, duymadığınız, okumadığınız bin bir şeyin özlemi içeresindesiniz.
Hayatınızın geri kalan kısmında da çocuksu şaşkınlığınızı ve masumiyetinizi korumak istiyorsunuz. Ama yalnızsınız! Duygusal gelişiminizi sürdürmek için hayal gücünüz ne olursa, olsun birine gereksinim duyuyorsunuz. Mamafih, dünyanın bin yerinde milyonlarca insan aç açıkken, insanlar sizin "erkek" sorunsalınız hakkında ne düşünmenize, ne de üzülmenize izin verirler!!! Yapacak onca şey vardır. Allah aşkına, liseli kızlar gibi tepinip durmanın anlamı ne??? Oysa evrenin tüm diyalektik yasalarını hiçe sayıyordur hayatınız. Yoksa bir yerden sonra hayatın sizi hiç şaşırtamaması mı şaşırtır hale geldi? Bakın, gördünüz mü, hala şaşırıyorsunuz işte..Ama hesap ortadadır;
1-*20 yaşın altındaki erkeklerin kıymetini pek nadir biliriz. Tecrübesizliğimize verin, masumiyetin zamanla yitirildiğini, yitirmeden önce kim bilebilir ki?
*20-30 yaş arası erkeklerin nerdeyse tamamı (PFLT) post first love trauma geçirirler. Bu travmayı atlatanlar iyi park yerleri gibi hemen kapılırlar. Atlatamayanlarsa, ömür boyu bir daha kullanılamaz hale gelir. Ama yine de %50
şansınız vardır, tabii eğer doktorculuk oynarsanız.
*30-40 yaş arasında "evcilleştirilememiş" erkekler hayatlarını çoktan bir düzene oturtmuşlardır ve gelip onların hayatlarına entegre olmanızı beklerler. Damlarını kendilerinden 10-15 yaş küçük hatunların arasından seçmeleri, oyunu kendi kurallarıyla oynamalarını kolaylaştırır. Kadınlar da, Napolyon gibi "herkesin kaybettiği yerde kazanacakları" yanılgısına düşer ve "ha son bir fırsat", belki değişir diye boş yere çırpınıp dururlar... Şansınız %20
*40 yaşın üzerindeki erkekler ise evcilik oyunundan sıkılmış ve boşanmış ya da uzun süreli beraberliklerden nasiplerini almış yorgun savaşçılardır. Hiç bir "işinize" yaramazlar. Yaşlanmanın önüne geçebilme umuduyla ARh+, ARh- falan ararlar. Şansınız yok, olsa olsa kaybınız olur.
2-Zekası, hayal gücü ve duyarlılığı libidosuna denk bir erkek talep ediyorsunuz. İyi hoş da, bu memlekette çocuksu şaşkınlığını koruyabilen, masumiyetini yaşadıkları ile bütünleştirip hazmedebilen ne kadar erkek var sanıyorsunuz? Evcilleştirilememiş bu standart üzeri adamlar korkunç egolarının sarhoşluğunda o kapı senin, bu kapı benim gezerler. Bu adamlar karşılarına hayatı doğru yaşayan, ayakları yere basmayan, talep etmekten çekinmeyen ve her şeyi sorgulama hakkını kendilerinde bulan kadınlarla karşılaştıklarında apışıp kalırlar. Her şeyin kolayı varken, işi bu kadar zorlaştırmazlar bilesiniz. "İlişkisiz ilişkiler"den bir ilişki seçme tehlikesi var!
Gelelim, standartların altındaki erkeklere... "Sosyal kimlikler, entelektüel kaygılar bir yana, kimya bir yana" yanılgısına düşersiniz kimi zaman da. Elliot tartışmasak da olur der, egonuzu bir yana bırakır, içgüdüsel yaşamaya karar verirsiniz. Ama onların da sizi hazmedebilmesi çok zor, mirim. Siz onları bütün zayıflıklarına, zaaflarına karşın benimsemeye başlar başlamaz, onlar da sizden vazgeçiverirler. Öncesinde her şeyin paylaşıldığı ender kadınlardan biriyken, kendileri gibi bir erkeği kabullenir kabullenmez, onların gözünde zayıf ve bağlanmaya hazır bir kadına dönüşüverirsiniz. Hoşlarına gitmez ve korkup kaçarlar. Siz de gereksiz yere özgüveninizi köşeye sıkıştırırsınız. "Yoksa yeteri kadar çekici değil miyim? Zeki değil miyim?" Elinizde kalıvermiştir maytap gibi patlamaya hazır sevgi ve şefkatiniz... Böyle zamanlarda Pavese okumak iyi gelir, aklınızda bulunsun!!!

Prensi öpmüşsünüzdür, kurbağa olmuştur.
Kurbağayı öpmüşsünüzdür, kurbağa kalmıştır.

3-Oysa siz çocuksu şaşkınlığınızı ve masumiyetinizi korumaya kararlısınızdır. Oyunlar, yalanlar, koşullar işte ortada. Bunları bile bile hangi arayışa devam edersiniz ki? Siz talepkar, cüretkar, hayatı bir destinasyon değil de bir yolculuk gibi gören kadınlardansınız da, sizi duygusal, sosyal, entelektüel ve cinsel yönden tatmin edecek erkekleriniz nerededir?
4-Yaşınız ilerledikçe, hayatınız erkeklerinkine benzemeye başlar. Basit düşünür, az talep eder hale gelirsiniz. Hayatınız zenginleşmek yerine kalabalıklaşır. Önce ara sıra sevişmek için eski erkek arkadaşlarınız ya da one night stand'ler girer hayatınıza. Sonra, sosyal ortamlarda size eşlik edebilecek, hafiften flört ettiğiniz, her hangi bir şey talep etmeye kalkıştığınızda da ortadan toz olacağını bildiğiniz, kullanım süreleri en fazla 2 ay olan erkekler... Tamam, Barthes'dan, Gershwin'den bahsetmek için de entelektüel bir adam... O da zaten en başından, entelektüel tartışmalara girmenin bir kadında aradığı özellik olmadığını belirtmiştir!!! Sizi bundan sonra da "duygulandırabilen" ancak genç erkekler olur!!
Böylelikle bir kişiden bin almak varken, bin kişiden bir alır hale gelirsiniz. Talihsizlik!! Entelektüel ve yalnız olmak bir talihsizlik!!
Biz, Amazon kadınları beynimizi aldırmaya karar verdik. Bir beyin cerrahı tanıyor musunuz??

Temizlik yaptım bugün hem de tüm benliğimde...

Bütün kaslarımı, sinirlerimi, kemiklerimi hatta kanımı bile temizledim. En küçük yerlerine, kıvrımlarına girmiş, sinmiş tüm pislikleri attım. Kırgınlıklarımı dışarı çıkardım ilk önce. Görmenizi isterdim.Nasıl da çok yer kaplıyorlarmış, inanmazsınız. Bağışlamayı yerleştirdim yerine özenle.Titizlikle her birinin üstüne ektim tohumlarını.
Her yere, görebildiğim, göremediğim her yere serptim. Atarken kırgınlıklarımı, bakmadım neydi onlar diye. Geçmişimden de bir parça kalsın istemiyordum. Gelecek geçmişten çok daha fazla yaşanası. Bakmadım, merak da etmedim. Bağışlamayı ekerken tekrar kırılmaktan korkuyordum belki. Kıskançlığımı çıkardım. Meğer ben ne az kıskançmışım. Çok kolay oldu. Sevindim. Sanki kaybetmiş bir eşyamı bulmuş gibi oldum. Çok şükür ki kin ve nefret yoktu yüreğimde.Nasıl temizlerdim hiç bilmiyorum. Sıra korkularıma gelmişti. Çıkarmaya bile korktum önce. Ne de çok alışmışım onlarla yaşamaya.
Bunca acı ve endişeye nasıl alışılır?
İçten içe bir sevgi nasıl duyulur anlayamadım. Yerini, toprağını sevmiş mor bir menekşeydiler. E... ne de olsa iyi bakmıştım onlara. Her gün yeni yeni korkular ekleyip, endişelerimle sulamıştım. Mutluluklarımı , ümitlerimi ne de çok ihmal ettiğimi anladım o an. Bu ilgiyi onlara verseydim, her gün onları düşünüp birer umut daha ekseydim; almadan verip, beklemeden sevseydim. Her şeyden önce içimdeki gücün ve sevginin daha fazla farkında olsaydım,böyle bahar temizliklerine ihtiyacım kalmazdı.
Çok zorlandım korkularımla. Birbirlerinin içine halkalar misali girmişlerdi.Kenetlenmişlerdi adeta. Ama onları da sevgiyle çıkardım.Bir bebek şefkatiyle , öperek, severek, okşayarak. Ve onları yaşamaktan, hem de bir zamanlar bir kabus gibi yaşamaktan, pişmanlık duymadan çıkardım...
Kızsaydım onlara, bağırıp çağırsaydım,yine dönüp dolaşıp geleceklerini biliyordum.
Güzel kokular geliyor içimden. Saçlarım hep parlak gibi dururdu ama parlak değilmiş. Ellerim her zamankinden daha yumuşak, tenim hiç olmadığı kadar duru, Bir su gibi sesim. Temizlik yaptım bugün. Bahar temizliği. Neşe ektim, hoşgörü, güven, sevgi ektim. Almadan vermeyi,sevilmeden de sevmeyi, paylaşmayı ektim. Sağlık ektim, bol sıhhat...Korkusuzlukları ektim alabildiğine...Saatlerce ektim korkusuzluğu...Çılgınlık ektim , doğallık. Sonsuzluk... Bağışlama ektim. Aşk ektim her hücreme. Coşku, heyecan, sessizlik ektim. Tüm güzel fikirler sessizken geliyor bana... Kabullenme ektim. Başeğme değil. Olduğu gibi kabullenme.

insanlar hakkında hüküm verirken

Bilgeliğine şüphe duyulmayan bir adam çocukların hayat boyu sürecek bir ders vermek istiyordu. Oğullarının öncelikle insanlar ve hayatta hemen her konuda çabuk hüküm ve karar vermenin yanlışlığını öğretmek istiyordu.
Bir gün dört oğlunu yanına çağırdı. En büyük oğluna, ülke dışını kış mevsiminde çıkıp bir mango ağacını görüp incelemesini istedi. Daha küçük oğluna bahar mevsiminde yolculuğa çıkıp bir mango ağacını görüp incelemesini istedi. Üçüncü sırdaki büyük oğluna da yaz mevsiminde yola çıkıp göreceği mango ağacını iyice incelemesini istedi. Oğullarının en küçüğüne ise sonbaharda yolculuğa çıkıp göreceği mango ağacını incelemesini söyledi. Mevsimler geldi geçti ve bütün oğulları yolculuklarını tamamladılar. Bilge baba bütün çocuklarını yanına çağırdı ve:
- Haydi, şimdi de görüp incelediğiniz mango ağacının özelliklerini bana anlatın, dedi.
Kışın yolculuğa çıkan en büyük oğlu:
- Baba, ağaç sanki yanmış, kuru bir kütük gibiydi.
Ondan daha küçük olan, bahar mevsiminde yolculuğa çıkan oğul söze başladı ve:
-Ağabeyim dediği yanlış, ağacın yemyeşil yaprakları her tarafını sarmıştı, dedi.
Üçüncü sıradaki oğul ise ağabeylerine itiraz ederek,
- Sizin söylediğiniz gibi değildi, dedi, ağaç gül gibi güzel çiçeklerle donanmıştı.
Sıra en küçüğüne gelişti, o bütün ağabeylerine itiraz etti ve:
- Siz hepiniz ne gördünüz bilmiyorsunuz, ağacın meyveleri vardı, ben tattım, tadı armudun tadına benziyordu, ağaçta armut ağacına benziyordu, dedi.
Şimdi konuşma sırası bilge babaya gelmişti. Bilge baba konuşmaya başladı ve şöyle dedi:
-Oğullarım, aslında hepiniz doğru söylüyorsunuz. Çünkü ağacı ayrı mevsimlerde gördünüz. İşte size hayat boyu aklınızda bulunması için öğüdümü vermek istiyorum:
"İnsanların hal ve tutum ve davranışları hakkında hüküm verirken, o insanların her mevsimini, her yönünü bilip bilmediğinizden iyice emin olduktan sonra karar verin!.."

Hayata Dair

Küçük kız bahçede arkadaşlarıyla oynarken yoldan iki teyze geçiyorlardı. Teyzelerden biri yanındaki bayana hayat işte, hayat, ne garip bir şey, hayat çok garip! Diyordu...
Küçük kız düşündü… Daha önce hayat diye bir kelime duymamıştı hayat! Ne demekti hayat?
Aklına annesine sormak geldi, annesi bilirdi herhalde hayatın ne demek olduğunu. Koşarak mutfağa annesinin yanına gitti. Bir tafartan annesinin eteğini çekiştiriyor bir taraftanda anne! Anne! Hayat ne demek, ne demek hayat? Diye sorular sormaya başladı…
Küçük kız:
_hayat ne demek anne, ne demek hayat! Bahçede oyun oynarken yoldan teyzeler geçiyorlardı; o teyzelerden biri hayat hayat işte, hayat ne garip! Diyordu. Hayat ne demek anne? Neden öğretmedin bana hayatın ne demek olduğunu? Ben ne zaman öğreneceğim anne hayatın ne demek olduğunu?
Annesi:
_kızım tamam kızım anlatacağım. Hayat! Sevgi demek, emek demek, vefa demek, insanlık demek hayat iyilik, kötülük kısacası her şey demek, hayat… Sen hayatı anlamak için küçüksün, çok masumsun hayatı öğrenmek için. Hayat bazen aşk demek bazense ayrılık. Bazen sevinç bazense hüzün. Senin anlayabileceğin şekilde hayat bazen şeker bazense acı biber...
Kız:
_peki, anne hayat neden garip? Çünkü teyze hayat ne garip diyordu…
Annesi:
_hayatın bize ne getireceğini bilemeyiz küçük kızım hayat ondan garip. Herkese hayatta bir oyun verilmiştir, hayatta herkes kendi istediği oyunu oynar ama bazen çok istese bile istediği oyunu istediği şekilde oynayamaz. Hayat bu yüzden garip bebeğim anladın mı şimdi?
Kız:
_Hım… Anladım! Anne yani hayat oyun demek, sonu belli olmayan, ne zaman biteceği bilinmeyen bir oyun. O zaman ben arkadaşlarımın yanına oyun oynamaya gidiyorum, büyünce istediğim oyunu oynayamayacağım nasıl olsa!

HAYAT NE DEMEK ANNE!

Hayat ne demek? Anne!
Bu masum çocuk gibi bende anlayabilir miyim hayatı?
Anlatabilir misin sen bana hayatı, masumca?
Ya da hayat beni anlar mı? Anne!
Ya da hayat merhem olabilir mi yaralarıma?
Zaman her şeyin ilacımıdır anne?
Bir insan kaç kere aşık olabilir anne?
Kaç kere gönlü uçabilir birinin ellerine kaç kere?
Söylesene neden susuyorsun anne?
Kaç kere anlamlı bakabilir insan birinin gözlerine, kaç kere?
Hadi! Söyle anne?
Hayat sevgi demek mi anne?
Yoksa nefret ve kin mi? Anne..
Hayat güzelse; neden ağlıyorsun anne?
Neden beni ağlattılar anne?
Söyle, hadi söyle anne!
Hayat kalp kırığıysa neden hayat var anne?
Neden neden anne!
Hayat her şeyin nedenimi anne?
Hayatı neden sevemedim anne?
Neden beni sevemedi hayat?
Hadi! Söyle anne…
Dünyada neden hayat diye bir şey var?
Acı için mi? Savaş için mi? Yoksa kin için mi?
Hadi! Söyle anne…
Neden saklanmış hayatın arkasına mutluluk?
Neden korkuyor var olamaya anne?
Yoldan geçen teyzenin söylediği gibi…
‘’Hayat ne garip, hayat çok garip anne’’.
Hayat, hayat işte… Anne!
Anlıyorum sen söylemesen de şimdi hayatı
‘’hayat kısa bir mutluluk anının olduğu uzun bir drama anne’’
Hayat umut etmek anne
Hayat sevilmek, değer görmek için beklemek anne
Hayat, hayat işte anne!
Hayat aşk mı anne?
Hayat o mu anne?
Hayat çooook garip anne?
 
aşkın gözü kördür... neden?

Bir gün Delilik yakın dostlarını kahve içmek üzere evine davet etmiş. Herkes gelmiş. Kahveler içildikten sonra Delilik dostlarına saklambaç oynamayı önermiş.
- Saklambaç mı? O da nedir? diye sormuş Merak.
-Saklambaç bir oyundur. Sizler saklanırken ben yüze kadar sayacağım. Saymayı bitirdiğimde ilk bulacağım kişi benden sonraki ebe olacaktır. Korku ve Tembellik dışındakiler Delilik'in önerisini derhal kabul etmişler.
- 1..., 2..., 3... diye yüksek sesle saymaya başlamış Delilik. Acelecilik, ilk bulduğu yere kendini atıvermiş. Utangaçlık, her zamanki alışkanlığıyla bir ağacın gölgesine ilişmiş. Neşe,bahçenin orta yerine doğru yönelmiş. Hüzün, saklanacak yer bulamadığından ağlamaya koyulmuş. Kıskançlık, Başarı'nın peşinden giderek yanıbaşındaki bir kayanın ardına sığınmış.
Delilik saymayı sürdürmüş...Umutsuzluk, Delilik'in doksan dokuza geldiğini duyduğunda iyiden iyiye umutsuzluğa kapılmış.
- YÜZ ! diye haykırmış Delilik, Saklanmayan ebedir, aramaya başlıyorum.....
İlk söbelenen Merak olmuş. Birinci kurbanın kim olacağını o kadar merak ediyormuş ki, saklanmayı ihmal etmiş. Bahçe duvarına baktığında, Delilik Kararsızlık'ı farketmiş; üzerine tünemiş olduğu duvarın hangi tarafına saklanacağını düşünmekle meşgulmüş.
...Ve hemen ardından Neşe'yi, Hüzün'ü, Utangaçlık'ı sobelemiş. Herkes yeniden biraraya geldiğinde Merak sormuş:
-Aşk nerede? Hiç Aşk'ı gören oldu mu?
Delilik, Aşk'ı aramaya koyulmuş. Dağlara çıkmış, nehirlerin yataklarına bakmış, ama Aşk'ı hiç bir yerde bulamamış. Çaresiz arayışını sürdüren Delilik, bir gül ağacı ile karşılaşmış. Eline geçirdiği bir çalıyla ağacın dallarını, yapraklarını yoklamış. Aniden tiz bir çığlıkla irkilmiş. Acıyla bağıran Aşk, diken batan gözünü tutuyormuş. Delilik ne yapacağını bilememiş. Özür dilemiş, yalvarmış yakarmış Aşk'a kendisini affetmesi için. O kadar üzülmüş ki, bir daha hayat boyu yanından ayrılmayacağını bile vaadetmiş. Acısı biraz dinen Aşk sonunda özürleri kabul etmiş. O günden beri Aşk'ın gözü kördür ve Delilik hep yanı başındadır!!!

Kadınlar neden çirkin erkekleri sever?

Erkekler her durumda ‘güzel kadın’ ararken, kadınlar ise kusurlarını ‘yakışıklı olmak’ avantajının arkasına gizlemeyen erkekleri tercih ederler. Pek çok kadının, hatta çekici kadının, çirkin adamlarla birlikte oldukları hatta bundan memnuniyet duydukları bilinen bir gerçektir. Televizyon dizilerini seyrederken veya alışveriş merkezlerini gezerken mutlaka böyle çiftleri siz de görüyorsunuzdur.
Bunu açıklayan bir sürü teori var. Belki bunların bazılarını siz de bir yerlerde okumuşsunuzdur. Bunlardan en önemlisi, yakışıklı ve seksi erkeklerin ‘göze’ hitap etmekle birlikte, yakışıklı ve uzun boylu oluşlarını ‘diğer eksiklerini kamufle etmek için’ kullandıkları da bir gerçektir.
Yani yakışıklı bir erkek, kadınlara karşı nazik, cömert ve anlayışlı olmak konusunda diğer erkeklerden daha geridedir. Kadınlar da bunu hemen fark eder.
Kuralın istisnası da var tabii. Lise çağlarında erkekler henüz kadınlar hakkında ince numaralar öğrenmemiş haldeyken, yakışıklı olmanın avantajlarını kullanmayı da bilmiyor olurlar. Hem kibar hem de yakışıklı bir erkek, liseli toy oğlanlar arasından çıkar ama yaşları ilerledikçe onlar da oyunun kurallarını öğreneceklerdir. Kendilerine güvenlerini kazandıkça, kadınlara hoyrat ve kaba davranmayı da öğrenirler çünkü yakışıklı olmanın onlara verdiği avantajı fark etmişlerdir.
Biraz genelleme olsa da bu ifade doğrudur ve kadınlar için de geçerlidir. Güzel bir kadın olgunlaştıkça fiziksel avantajlarını kullanmayı da öğrenir. Ama bu noktada kadınlarla erkekleri ayıran önemli bir hususun altını çizmemiz
gerekiyor: Birlikte olacakları kişiyi seçerken erkekler ‘gözlerine’ güvenirken kadınlar ‘hislerine’ güvenmeyi tercih ederler.
Sonuçta erkekler her durumda ‘güzel kadın’ ararken, kadınlar ise kusurlarını ‘yakışıklı olmak’ avantajının arkasına gizlemeyen erkekleri tercih ederler.
İnsanların olgunlaşması zaman alan bir süreç. Kadın ve erkeğin gençlikten yetişkinliğe geçen süreçte duygusal ve sosyal anlamda olgunlaşmaları farklı hızlarda seyrediyor.
Kadınların da erkeklerin de ‘karşı cinste ne aradığını’ gerçekten fark etmeleri ancak 30’lu yaşlarda gerçekleşiyor. Eğer 30’lu yaşlarını süren akıllı ve olgun bir kadının niçin yakışıklı erkekleri değil de çirkin erkekleri seçtiğini merak
ediyorsanız, kadının zekasını takdir etmekle işe başlayabilirsiniz. Emin olun bu taktik sizin işinize yarayacaktır. Yakışıklı bir erkek olsanız da olmasanız da...
İster evli, ister bekar olun
Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti. Alaycı bir ses tonuyla:- Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
- Hayır çikolata parası lazım! Bülent’in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü.
- Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
- Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız. Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
- Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
- Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
- Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
- Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.
- Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
- O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever. Adamın söyledikleri Bülent'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.
- Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi? Bülent'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.
- Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım. Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
- Oturun biraz dertleşelim bari, dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına.
- Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban? - Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.
- Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
- Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
- Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.
- Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
- Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
- Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
- Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
- Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
- Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?- Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
- Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?
- Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.
- Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
- Küçük kızı severek.
- Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
- Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
- Nasıl yani ?
- Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
- Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.
- İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona "bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
- Hiç kavga etmez misiniz siz?
- Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.
- Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.
- Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.
- Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.
- Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.
- Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.
- Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama, her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu. Adam ayağa kalktı.
- Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
- Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
- Sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
- Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi. Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu.
- Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi. İnci hiç konuşmadı.
- Sorsana "niye" diye. İnci kızgın kızgın:
- Niye? Diye sordu.
- Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
- Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
- Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım" Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
- Özür dilerim seni kırdığım için. Sonra Bülent yere diz çöktü.
- Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme. Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
- Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi. Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü.
Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü...
Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bizi?
Düşünüyorum da, Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek.
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi,
Naif yönlerimizin keşfedilmesi,
Cesaretsizliğimizin anlaşılması,
Korkularımızın paylaşılması,
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...
Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. Deniz minareleri, midyeler, kirpiler ve kaplumbağalar gibi..
Sahi koruyor mu bizi çatlamamış bu sert kabuk?
Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi?
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize?
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?
Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu?
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak, Ne çıkar ateşböceği sansalar beni?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, Korkaklığım, sevgi isteğimi En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup Bir kuş gibi uçacağım özgürce.
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki, Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. Yaralansak...
Ne olur bir darbe daha alsak?
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu.
Denesek.
Risk alsak.
Yanılsak.
Fark etmez.
Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri. Kırın o sert kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi..?

Kocanızı nasıl eğitirsiniz?

Bir dediğinizi iki etmeyen, itaatkâr bir kocanız mı olsun istiyorsunuz? İşteTempo'dan ABD'li Amy Sutherland'in 4 adımda başarıya ulaşan yöntemi.
10 Mart 2008 Pazartesi Evin orasına burasına dağılmış kirli çamaşırlardan...Bir omlet uğruna muharebe alanına çevrilmiş mutfak manzaralarından... Randevu yerine sanki Yemen'den geliyormuşçasına geç kalmalardan... Anahtardan dosyaya, tıraş losyonundan cep telefonuna kadar ne kaybedilse, sizi sorumlu tutan tavırlardan... Uzun lafın kısası, tertipten, düzenden nasibini almamış, dağınık, aklı bir karış havada kocanızdan yorulup, sıkılıp, usandıysanız... "Bir mucize formül bulsam da şunu şöyle bir yeniden yaratsam." diyenlerin imdadına yetişen bir kitap ABD'de piyasaya çıktı. Kitabın yazarı, ABD'li gazeteci Amy Sutherland, ne bir ilişki uzmanı ne de evlilik danışmanı. Kendisinin, "Savsak kocanızı nasıl hayallerinizdeki ideal eşe dönüştürürsünüz?" tarzında, bir çeşit Güzin Abla haline geliş macerası hem komik hem ilginç. Amy'nin 12 yıllık evlilik geçmişlerine rağmen hâlâ âşık olduğu kocası Scott, pek çok hemcinsi gibi unutkan, dalgın, ihmalkâr, her yere geç kalmayı seven, kararsız ve değişken bir mizaca sahipti. Amy de kimi zaman homurdanarak, bağırıp azarlayarak kendince bir yol tutturdu. Ancak bütün bu serzenişleri işe yaramadı. Evlilik danışmanı da derdine çare olmadı. Meseleyi çözmekten umudunu kesen Amy'nin hayatı ve erkeklere bakış açısı, konuyla son derece alakasız bir proje sayesinde değişti. O dönemde egzotik hayvan eğitmenleri hakkında yazması gereken bir kitap vardı. Bu nedenle hayvanların yaşadıkları değişimi anlamak amacıyla Kaliforniya'ya gidip gelmeye başladı. Bu eğitimler sonucunda, sırtlanlar bir emirle tek ayakları üzerinde dönüşler yapıyor, pumalar tırnaklarını kestirmek için pençelerini uzatıyor, denizaslanları burunlarının ucunda top oynatıyor, babunlar kaykay kullanıyordu. Amy uzun eğitim süreçlerini izlerken, kafasında sihirli bir ampul yandı. Yırtıcı, egzotik yaratıklar bütün bu imkânsız hareketleri, davranış biçimlerini yapabiliyorlarsa; bu tekniklerin, evdeki bambaşka bir tür üzerinde de olumlu sonuçlar verebileceğini düşündü. Acı ama gerçek... Bu farklı tür, inatçı ama sevimli kocası Scott'tan başkası değildi.
Amy Sutherland, bu garip deneyini ve kendince elde ettiği başarıyı ilk olarak 2006'da, The New York Times gazetesinde kısa bir makale olarak yayımladı. Makalesi o yılın, elektronik postayla en çok gönderilen hikâyesi seçildi. NBC'nin ünlü 'The Today Show'una konuk oldu. Hollywood'dan film teklifleri aldı, hatta bir tanesini kabul etti. Son olarak Şubat 2008'de 'Shamu Bana Hayat, Aşk ve Evlilik Hakkında Ne Öğretti? Hayvanlardan ve Eğitmenlerinden İnsanlar İçin Dersler' adlı kitabı piyasaya çıktı. Olumlu davranışı takdir ettiğinizi belli edin. Kirli sepetine bir tek çorap bile atsa teşekkür edin. Hoşunuza giden bir şey yaptığında bir öpücükle, sevdiği bir yemekle, vs. ödüllendirin. Unutmayın! Tepkinin iyisi de kötüsü de davranışı körükler. Hoşunuza gitmeyen tavırları sabırla görmezden gelin. Sakın boşu boşuna dırdır etmeyin! İşe yaramaz. Azarlamak, bağırmak sadece erkeğin sıkıcı huylarını müzminleştirmeye yarar. Etrafa atılmış kirli çamaşır sadece kirli çamaşırdır. Kişisel olarak algılamayın! Kocanızı sizden çok farklı, bambaşka bir tür gibi kabullenin. Böylece objektif olabilirsiniz. Hatayı kendinizde de arayın. İşe yaramayan stratejileri değiştirin. İlgisini başka yöne çekin. Örneğin, mutfakta dolaşmaması için salona cips ve bira hazırlayın.

Ders 1: Yaklaştır
Amy'nin egzotik hayvan eğitmenlerinden öğrendiği temel ders, beğendiği davranışı ödüllendirmek, beğenmediğini ise görmezden gelmekti. Dırdır etmek, azarlamak söz konusu değildi. Kaliforniya'dan Maine'deki sıcak ama dağınık yuvalarına döndüğünde, Amy, Scott'a tamamen farklı davranmaya başladı. Örneğin, Scott çamaşır sepetine kirli tişört mü attı, hemen teşekkür etti. İkinci kirli çamaşır için öpücükle ödüllendirdi. Bu arada yatak odasının yerinde duran kirli yığınının üstünden, tek bir ters laf bile etmeden usulca geçip gitti. Zamanla fark etti ki Scott, Amy tarafından takdir edilmenin keyfini çıkarırken etraftaki kirli yığınları da küçülmeye başladı. Bu yöntemin adı 'yaklaştırmaydı.

Ders 2: Sabret

Eğitmenin beğenmediği davranışlara en ufak bir tepki vermemesinin adı ise 'en az güçlendirici sendrom'. Zira pozitif ya da negatif herhangi bir tepki, davranışı körüklemekten başka bir işe yaramaz. Oysa hiçbir tepki verilmediğinde, o davranış biçimi zamanla yok oluyordu. İşte bu nedenle Amy kendini çok zor tutsa da hoşuna gitmeyen tavırlara kayıtsız kalmaya karar verdi.

Ders 3: İmkânsız kıl

Uyguladığı üçüncü teknik 'uyuşmaz davranış' kavramıydı. Bu yöntem, dikkati başka bir noktaya çekerek, istenmeyen davranışın yapılmasını engellemeye, mümkünse imkânsız kılmaya yönelikti. Amy bu tekniği kendisi yemek pişirirken Scott'ı mutfaktan uzak tutabilmek için kullandı. Ayağının altında dolaşmaması için salonun uzak bir köşesine bir çanak cips ve salsa sos koydu, parlak fikri tabii ki işe yaradı.

Ders 4: Kişisel alma

Dördüncü kural ise hataları asla kişisel olarak ele almamaktı. Eskiden Scott'ın münasebetsiz tavırlarını hakaret gibi ya da değer görmediğinin işareti olarak algılayan Amy, buna da son verdi. Eğitmenlerin mottosunu benimsedi: 'Hata hiçbir zaman hayvanda değildir.' Böylece kendi tepkilerini ve yanlışlarını da tahlil etmeyi öğrendi. Scott'ın kimi içgüdüsel tavırlarının köklü ve değişmez olduğunu kabullendi. Artık eskiye oranla, sivri uçları biraz daha yontulmuş bir kocası ve daha hoşnut olduğu bir evliliği vardı. Üstelik bu durumu anlayan kocası, üzerinde böyle bir teknik uygulanmasından hiç gocunmadığı gibi, taktiği kapıp Amy üzerinde denemeye başlamıştı.
 
Af etmek
Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: 'Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?' Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. 'O zaman' der öğretmen. 'Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin' öğrenciler bunu da yaparlar. Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz! Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: 'Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.' Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine 'Peki şimdi ne olacak?' der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: 'Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar.'
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: 'Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.' 'Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?'
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: 'Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

Bir Hayat dersi:

Bir zamanlar, büyük bir dağda Kartal'lar yuva yaparlarmış. Bir Kartal'da 4 tane yumurtası ile bu dağda yaşıyormuş. Bir gün bir deprem olmuş. Ve yumurtalardan bir tanesi dağdan yuvarlana yuvarlana, vadide yer alan bir çiftliğe kadar düşmüş. Bu çiftlik bir tavuk çiftliğiymiş. Çiftlikteki tavuklar, bu değişik ve normalden büyük yumurtayı sahiplenmeye karar vermişler.
Yaşlı bir tavuk bu yumurtayı ve içinden çıkacak yavruyu, koruması altına almış. Bir gün, küçük kartal doğmuş. Çevresinde tavukları görmüş ve kendini bir tavuk zannetmiş. Bütün tavuklar da ona bir tavuk gibi davranmışlar. Ailesini de çok seviyormuş. İçinden, bazen, ben kimim? sorusu geçiyormuş. Ama o bir tavukmuş. Bunu böyle bilmeliymiş. Bir gün çiftlikte oyun oynarlarken, yukarı baktığında bir grup Kartal'ın özgürce uçtuklarını görmüş.
-"Aman Allah'ım, ne kadar güzel uçuyorlar.
-Bende onlar gibi uçmayı çok isterdim" demiş.
Tavuklar, bu düşünceye hep birlikte gülmüşler. Sen bir tavuksun ve tavuklar uçamazlar" demişler. Küçük kartal, artık daha sık gökyüzüne bakıyor ve uçan kartallar gibi uçmak, özgür olmak istiyormuş. Ne zaman bu düşüncesinden arkadaşlarına, ailesine bahsetse, hep su cevabi alıyormuş. "Sen bir tavuksun. Bırak bu hayalleri." Zamanla, küçük kartal da bu düşünceyi kabul etmiş. hayal kurmaktan vazgeçmiş ve hayatını bir tavuk olarak yaşamaya karar vermiş ve hayatinin sonu geldiğinde de bir tavuk! olarak ölmüş.
Ne olduğunu düşünürsen olursun. Eğer, hayatinizin herhangi bir zamanında, kartal olma hayalini kurarsanız, hayallerinizi takip edin. Tavukların sözlerini değil.

İbretlik bir Hayat dersi:

Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı...
Berber: "Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah’ın varlığına inanmıyorum."
Adam: " Peki neden böyle düşünüyorsun?"
Berber: "Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok hasta insan olur muydu, terkedilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimse acı çekmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum..."
Adam bir an durdu ve düşündü ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tras olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berber dükkânına geri döndü.
Adam: " Biliyor musun ne var, bence berber diye bir şey yok,
Berber: "Bu nasıl olabilir ki? Ben buradayım ve bir berberim."
Adam: " Hayır, yok. Çünkü olsaydı, caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı."
Berber: "Himmm... Berber diye bir şey var ama o insanlar bana gelmiyorsa, ben ne yapabilirim ki?"
Adam: " Kesinlikle doğru! Püf noktası bu! Allah var ve insanlar ona gitmiyorsa, o ne yapabilir ki?
İşte dünyada bu kadar çok acı ve keder olmasının nedeni!"

demişler ki...
 
kendinizi yönetebilmek için beyninizi kullanın, başkalarını yönetmek içinse kalbinizi
eğer birisi size bir kez ihanet ederse bu onun hatasıdır ama ikinci kez ihanet ettiyse bu sizin hatanız olur
genç güzel insanlar doğanın hediyesidir, yaşlı ve güzel insanlarsa doğanın sanat eseri başkalarının hatalarından ders alın, hepsini yaşayıp öğrenecek kadar zamanınız olmayabilir.
nezaket taşınması zor bir lux tür. taşıyabilene asla zarar vermez taşıyamayanları ise sinirlendirebilir.
bir işi doğru olarak yapmaktan daha önemlisi, doğru işi yapmaktır.
bir düşmanı affetmek bir dostu affetmekten daha kolaydır.
akıl bulunduğu bedene fayda sağlayamadıysa değeri yoktur.
hiç bedensiz bir beyin çalışabilir mi?
geleceği en iyi tahmin etmenin yolu, onu yaratmaktır.
elini tutan ama kalbine dokunan gerçek dosttur
nadiren sahip olduklarımızı, ama daima kaçırdığımız şeyleri düşünürüz
bitmiş olduğu için ağlama, olduğu için gül.
ne kadar detaylı planlarsan, kader sana daha sert vurur
olan bir sebepten dolayı olur
çaba gösterme; çünkü en iyi şeyler, en az beklediğin zaman gerçekleşir.
en büyük olaylar, en tantanalı olanlar değil, en sessiz saatlerdir.
öğrenilen en zor ders; hayatta hangi köprüyü kullanıp hangisini yıkacağındır.
herkes nasıl göründüğünü biliyor, gene de kim olduğunu sadece bazıları biliyor
hiç sahip olmadığı bir şeyi arzu edenler, şimdiye kadar yapmamış olduğu bir şeyi iyi şekilde yapmak zorunda olacaktır.
belki de tanrı hayat yolunda senin çok değişik insanlarla tanışmanı ister ki, doğru olanları bulduğun zaman takdir edip minnet duyabilesin
bir şeye isim ver ve o olacaktır
hayat çiziyor silgi olmadan
 

Dört bilgi ve hakikaten önemli

1) ULUSLARARASI ACİL NUMARA:

112 Eğer telefonunuz kapsama alanı dışkıdaysa ve acil bir durum var ise, 112'yi çevirin. Var olan herhangi bir network bulunup, yardım isteyebilirsiniz. Daha enteresanı, tuş takımınız kilitli olsa dahi, 112 çevrilebilir.

2) EĞER ANAHTARINIZI ARACINIZDA KİLİTLİ UNUTURSANIZ:

Aracınızın yedek anahtarı başka birinde varsa, aradaki mesafe ne olursa olsun, o kişiyi cep telefonunuzla arayın. Aracınızın kapısına 25-30 cm uzakta cep telefonunuzu tutun, karsı taraf da yedek anahtarın açma düğmesine (cep telefonuna yakın bir mesafede tutarak) basın. Kapınız açılacaktır ve Bagaj için de geçerlidir.
 
3) GİZLİ PİL GÜCÜ :


Eğer cep telefonunuzun pil seviyesi çok düşükse ve acil bir telefon bekliyorsanız; Nokialar, rezerve pile sahiptir.
*3370# tuşlarına basarak, telefonunuzu, rezerv pille çalışır hale getirebilirsiniz. Cihazınız pil seviyesinde %50 artış gösterecek ve telefonunuzu şarj ettiğinizde, rezerv piliniz de tekrar dolacaktır. 

4) 444 0 911 :

Türkiye'deki tüm hastaneler ayni numarada birleşti. Acil durumlarda 444 0 911 numaralı telefon hattını arayan vatandaşlar, en yakın hastaneye en hızlı şekilde ulaşabilecek, ilgili hastaneden ambulans anında yola çıkacak. Cep telefonundan aranma durumunda ise oturulan şehrin alan kodu ile birlikte 444 0 911 numaralı hat aranacak. Örneğin cep telefonundan (0212) 444 0 911 numarayı arayan vatandaş, İstanbul'da, kendisinin bulunduğu noktaya en yakın hastaneye en hızlı şekilde ulaşabilecek. Sabit telefonla aramada ise herhangi bir kod çevirmeden direkt 444 0 911 aranacak. Bu telefon arandığında kişiye en yakın hastaneden ambulans olay yerine gönderilecek.

 
Benden size dünyanın çiçeği... lütfen linki tıklayınız. Sevgilerimle 
http://www.procreo.jp/labo/flower_garden.swf

KAFA KARIŞTIRAN ATASÖZLERİMİZ


 
'damlaya damlaya göl olur' / 'taşıma suyla değirmen dönmez'     

'iyi insan lafın üstüne gelir' / 'iti an çomağı hazırla'     

'bir elin nesi var iki elin sesi var' / 'nerde çokluk orda bokluk'     

'fazla mal göz çıkarmaz' / 'azıcık aşım ağrısız başım'     

' kervan yolda düzelir' / ' balık baştan kokar'
    

'söz gümüşse, sükût altındır' / 'sükut ikrardan gelir'     

'harama uçkur çözülmez' / 'güzele bakmak sevaptır'     

'iki gönül bir olunca samanlık seyran olur' / 'iki çıplak bir hamama yakışır'     

'bülbülün çektiği dili belası' / 'bilmemek ayıp değil sormamak ayıp'     

'eşeğe altın semer vursan da eşek yine eşektir' / 'ye kürküm ye'     

'eğri otur doğru söyle' / 'doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar'     

'düşenin dostu olmaz' / 'dost kara günde belli olur'     

'ava giden avlanır' / 'atın ölümü arpadan olsun'     

'erken kalkan yol alır ' / 'acele işe şeytan karışır'

'birlikten kuvvet doğar' / 'körler sağırlar, birbirlerini ağırlar'     

'tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır' / 'lafla peynir gemisi yürümez'     

'gün ola harman ola' / 'perşembenin gelişi çarşambadan bellidir"     

'ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol' / 'hocanın dediğini yap, yaptığını yapma"     

'iyilik yap denize at' / 'merhametten maraz doğar"     

'zararın neresinden dönülse kardır' / 'gelen gideni aratır"     

'yüzü güzel olanın huyu da güzel olur' / 'yüzü güzel olanı değil huyu güzel olanı sev"     

'akıl akıldan üstündür' / 'aklın yolu birdir"     

'el elden üstündür' / 'alet işler el övünür"     

'acı patlıcanı kırağı çalmaz' / 'yaşın yanında kuru da yanar"     

'zorla güzellik olmaz' / 'zora dağlar dayanmaz"     

'öfke baldan tatlıdır' / 'öfke ile kalkan zararla oturur"     

'işleyen demir ışıldar' / 'insan yedisinde neyse yetmişinde de odur"     

'fazla mal göz çıkarmaz' / 'azı karar çoğu zarar"     

'insan kıymetini insan bilir' / 'insanoğlu çiğ süt emmiş"     

'anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al' / 'beş parmağın beşi birbirine benzemez"     

'olmaz olmaz deme, olmaz olmaz' / 'iş olacağına varır"     

'eski dost düşman olmaz' / 'güvenme dostuna saman doldurur postuna"     

'harama el uzatılmaz' / 'üzümü ye bağını sorma"

Duvar yazıları :

İzmir’de bir çöp kutusunda "Buraya çöp atan sıkıyorsa biraz beklesin!"
Pendik'te bir duvarda "Buraya çöp atmayın yakalarsam yediririm o çöpleri"
bir duvarda "Buraya çöp atan için artık bir şey yazmayacağım... herkes içimden ne dediğimi biliyordur herhalde"
Bağcılar'da bir evin duvarında "Buraya çöp atan namussuzdur. Salı ve cuma hariç"
Büyükdere itfaiyesinin yan duvarında "Çöp atma ağır konuşurum"
Bursa'da bir apartmanın garaj girişinde "Çöp döken şerefsizdir. Yorum yapan da"
bir apartmanın önünde "Buraya gündüz çöp dökmek yasaktır. Gece de yasaktır!"
Diyarbakır'da bir duvarda "Buraya çöp döken hayvansa zaten hayvandır, çocuksa babası hayvandır, büyükse hayvan oğlu hayvandır."

Kelime: baraj
- Hani futbolcular kalenin önüne kurar maçta..
- Pusu...
- Yuh!

Kelime: dergah
- Hani böyle insanlar ulvi bir amaç için bir araya gelir aynı mekanda
- Grup seks!
- Çarpılırsın valla!
- Ha... Tamam trafo!


Kelime: diz
- pantolonu nereye giyeriz?
- bacağa?
- hah. bacaklarımızın ortasında ne vardır?
- oha!

Kelime: duvak
- kadınla erkek birleşmeden önce, erkeğin kaldırdığı şey
- oha!

kelime: okul
-biz nereye gideriz her gün
-bara... diskoya... sinemaya.. kafeye...bowlinge..alışverişe...gezmeye..
-ay olmuyo boole başka şekilde anlat
-ailemiz bizi nereye gidiyo biliyor
-haaa okulaaa
kelime: gazete
erkek: bir tür haberleşme aracı
kız: telefon
erkek: devam et
kız: Internet, televizyon, radyo
erkek: ya kağıttan olur,
kız: dergi
erkek: büyük boyda açarsın okursun kocaman...
kız: kitap
erkek:allah belanı versin be yuhhh.. 

kelime: ıska

erkek: kar topu savaşında sana atarım, eğilirsin, denk gelmez, bana ne dersin?
kız: hayvan?
erkek:  hööö!....

 
kelime: repertuar
 
Anlatan, şarkı söylemeye meraklı bir hatundur ve kelimeyi görür  görmez bu özelliğini iyi bilen erkek arkadaşına dönüp sorar:
kız: Benim neyim geniş?
erkek: Kalçan!
 
Kelime: SERÜVEN

- Abi Macellan nasıl biriydi?
- Ne biliyim, iyi biriydi heralde..
- Abi onu demiyorum neye düşkündü?
- Karıya, kıza, bi de içkiye olabilir
- Pes..! 

Kelime: KÖPEKBALIĞI

- Denizde ne olur?
- Dalgaa!
- Hayir ya öyle diil. Hani karadada var hav hav der?
- Ha! Köpek.
- Onun denizde olanı?
- Deniz köpeği!
- yuh beee
.

 

 
 
 
 
M U S T A F A B İ L G İ N
Ohal Bölgesinden Kareler
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol