"Dikkat Önemli"
'' O ğ u z 33 '' T i m i 90'lı Yıllarda Terörle Mücaadelenin İçerisinde Yer Almış, Dillere Destan '' O ğ u z 33 '' Timin Yaşadıklarını Anlatan Sitemize Hoş geldiniz, Sizleri Burada Tutabilmek İçin, Yapılması Gereken Her Şey Yapıldı, Umarım Kaldığınıza Değer...!!!>'' O ğ u z 33 '' T i m i
   
  ‘Oğuz33’ Timi
  TERÖRİST İFADELERİ
 

OPERASYONLARDA ELE GEÇİRİLEN VE
TESLİM OLAN TERÖRİSTLERİN
İLK İFADE TUTANAKLARI



Çatışmalarda sağ yakalanan ve teslim olan teröristlerden kareler
 

 
''Peri-Mahir''kod adlı terörist;

Deşifre olan kampı terk ettik. Mecburen köylülerin ahırına girdik. Mecburduk erzakımız yoktu, sıkıntı çekiyorduk. Buraya geldik. Sabaha karşı nöbetçiler bizi uyandırdı, 'etrafı askerler sarmış' dediler. Bize 'aşağı inin' dediler, indik. Aşağı indiğimizde 'silahları ortaya katın' talimatı verildi. 'Herkes silahını ortaya katsın bombasının pimini çeksin, ortaya atsın' denildi. Bombasının pimini çekip atmayanı ben vuracağım sonra öldüreceğim' dedi, grup sorumlusu. Bombanın pimini çekip ortaya attık, herkes kendini kenarlara attı. Yaralı kurtulduk. Olayda 2 kişi yaralı, ben de sağ kurtuldum. Sağ kurtulduğum ve teslim olduğum için pişman değilim, örgüte katıldığım için pişmanım. Asker için 'düşman' deyimi kullanılıyor.

''Şexo Tercan'' kod adlı terörist;

Askerlik çağım geldiğinde Almanya’ya gittim. Çok geçmeden de Fransa’ya kaçak olarak gittim ve iltica ederek bu ülkede kaldım. Örgüt için Avrupa’nın birçok ülkesinde para toplanıyordu. Örgüt dönerci, manav, restoran, tekstil gibi iş alanlarında başkasının adına iş yeri açarak buraların işletmesi yurtsever olarak tabir edilen Kürt kökenli vatandaşlara veriyordu. Bu iş yerlerinden elde edilen gelir örgütün kasasına gidiyordu. Avrupa ülkeleri buna ses çıkarmıyordu. Ayrıca düğünlerde ortada büyük bir bez dolaştırılıyordu. Bu bezin içerisine herkes belirli bir miktar para atıyordu. Atmayanlara kötü gözle bakılıyordu. Ben Fransa’nın Alsesloren bölgesinin maliyecisiydim. Düğünlerde toplanan paralar hariç diğer tüm elde edilen gelir ERNK makbuzları karşılığında toplanırdı. Bu toplanan paralar 2-3 ayda bir Şam’da bulunan Abdullah Öcalan’a bildirilirdi. Abdullah Öcalan’ın Avrupa’daki kasası Mardinli ’Hen Bije’ kod adlı kişiydi. Abdullah Öcalan’dan habersiz kimseye para verilmezdi."

''Şerkeşt'' kod adlı terörist:

Örgüte 1990 yılında katılarak örgütün başta Kuzey Irak, Suriye ve İran'daki eğitim kamplarında uzun yıllar 'tim' komutanı olarak görev yapttım. "Dağlıca eyleminin keşfinin ne kadar süreli çalışma olduğunu bilmiyorum. Eyleme 350-400 kişi ile katıldık. İlk olarak eylem öncesi yapılabilecek askeri operasyona göre savunma hattı oluşturuldu. Bu savunma hattında 200 örgüt üyesi görevlendirildi. Savunma hatları Dağlıca Karakolu'nun batı tarafında bulunan Cilo Dağı'nın eteklerindeki zirvelere 80 kişilik gruplar yerleştirildi.
Dağlıca Karakolu'nun güney tarafında bulunan stratejik zirvelere ise yine savunma amaçlı 50-60 kişilik kuvvet yerleştirildi. Dağlıca Karakolu'nun Doğu tarafında 'Çarçeledan' Tepe ile Karatlan bölgesine kadar savunma hattı ile önlem alındı. Bu alana da 90 kişilik grup konuşlandırıldı. Savunma hatları eylem birliği harekete geçirilmeden bir gün önce yukarıda belirttiğim noktalara yerleştirildi. Daha sonra, eylem birliği harekete geçirildi. Eylem alanına gittiler, eylem birliğinde tepelere göre birinci tepe köyün hemen üzerindeki zirvedir. Bu tepe iki saldırı koldan oluşturuldu. Bu kolda 8 kişi vardı. 'Zindan' kod adlı Yüksekovalı ve 'Şahin' kodu adlı Diyarbakırlı bu tepeden sorumlu olarak tutuldu. Yine birinci tepe takviye grubu oluşturuldu. Bu grupta ise dört kişi vardı. Birinci Tepe'nin savunma gurubu içinde iki adet biksi, B-7 roketatar üç kalaşnikof vardı. İkinci Tepe olarak bilinen bölgeye ise birinci tepenin alt kısmı olan yani batı tarafında bulunan hâkim tepelere gerilla konuşlandırıldı. Ağır silahların hepsini, mühimmatları katırlarla kolların savunma yerlerine kadar getirildi. Baskın öncesi toplam 400-450 kişi vardı. Hareketliliğin fark edilmemesi için ağaç dalları ile gizli hareket edildi. Çatışmanın ilk başlaması ve bütün hazırlıklar bittikten sonra, saat olarak tam hatırlayamadım ancak, geç saatti. Sızma grubu karakola yaklaşık 50 metre kadar yaklaştı. O telsiz talimatı geldikten sonra, ilk olarak tepeciler ateş açtı. Daha sonra nöbetçi askerler saldırıya ateşle karşılık verdi ve büyük çatışma başladı. Daha sonra karakolun içerisine girildi. Karakol da vuruldu. Karakola sızma yapan grup, eylemi gerçekleştirdikten 20-25 dakika sonra ayrılarak beraberinden nöbet tutan askerleri de almıştı. Ben bu eylem sırasında Cilo Dağı'nda oluşturulan savunma birliği içinde yer alıyordum. Bu eyleme katılmadın, her hangi bir ağır silah da kullanmadım. Benim bulunduğum nokta da çatışmalar yer yer yaşandı. Eylem sırasında askerin karşılık verdiği ateşle çok sayıda örgüt elamanı öldürüldü. Benim bildiğim Dağlıca eylemini Muşlu 'Ape-Hus' kod Kadri Çelik, planlayanlardan biriydi, eylem sırasında savunma hattında yer alıyordu. 'Çiya' kod saldırı koordinesinde yer aldı. Eylem sırasında savunma hattındaydı. 'Reşit' kod, 'Rojin' kod, 'Ağit-Civiyan' kod, 'Herekol' kod, 'Zelal' kod, 'Çimşit' kod, saldırıda yer aldı. Bu isimlerini saydıklarım kişiler örgüt üst düzey savaşçılarıdır. Benim bildiğim kadarıyla Dağlıca Karakolu’na eylem baskını talimatını 'Abbas' kod Duran Kalkan, 'Doktor-Bahoz-Erdal' kod Fehman Hüseyin, 'Ape' Hüseyin' kod Kadri Çelik yapmıştır. Yukarıda ifademde belirttiğim gibi Dağlıca baskını ile ilgili olarak söylemeyi unuttuğum birkaç husus var. Bunlardan en önemlisi 'Abbas' Kod Duran Kalkan, 'Sabri' kod Fethi Şarlatan, ‘Gülistan' kod Emine Türk Avaşin'de bir zirvede bu eylemi seyrettiler."
 
Operasyonlarda esir alınan teröristlerin üzerinde çıkan fotoğraflardan kareler
  
''Burusk'' kod adlı terörist:

"Türkiye, İran, Irak ve Suriye'den genç kız ve erkekler kandırılarak dağa çıkarılıyorlar, Zap kampa getiriliyorlar. Burada kamp sorumlusu 'Kava' kod adlı örgüt üyesi, genç kızlara ilaç vererek onları uyuşturup sonra tecavüz ediyordu. Örgüt üyelerine her gün bulgur pilavı ve fasulye veriliyordu. Kaçma eğiliminde olanlar eğer fark edilirse hemen hapis cezasına çarptırılıyordu. Hapishane denilen yerde aç susuz bırakılıyorlardı. Bu baskılar nedeniyle bazı örgüt üyeleri intihar etti.“Yeni gelen kişileri eski örgüt elemanlarına takip ettiriyorlar. Kaçmaya eğilimli olan örgüt elemanlarını da Kuzey Irak’a gönderiyorlar. Ayrıca, kaçmalarını engellemek için de öldürmekle tehdit ediyorlar. Dağa çıktığımda büyük bir pişmanlık duydum. Ölmenin ve öldürmenin kimseye çözüm üretmeyeceğini anladım. Örgütün bizleri kandırarak kullandığını gördüm. Bu çatışmanın kardeş kavgası olmaktan, kardeşi kardeşe kırdırmaktan başka bir şey olmadığını anladım.”

''Baran'' kod adlı terörist:

Güneydoğu Bölgesi`nde terör örgütü PKK`nın propagandası sonucu 15 yaşındayken, 1990 yılında örgüte katıldım. "Bize `Kuzey Irak`ta uçaklarımız, helikopterlerimiz var, dağlarda yürümeyeceksiniz, sizleri onlarla bölgelere taşıyacağız` dediler. Benim durumda olan bazı kişilerle, bu propagandaya kandık. Cudi Dağı üzerinden bölgeye intikal edince bize silahlı eğitim verdiler. Uçakları helikopterleri sorduk. Bize eşeği gösterip, `Bu helikopter` dediler. Katırı işaret edip, `Bu da bizim savaş uçağımız` deyince kandırıldığımızı daha o an anladık".
2 yıl örgütte kaldıktan sonra kaçmaya karar verdim. "Birinci denemem de yakalandım ve bir mağaraya hapsedildim. Daha sonra onlara tekrar güven verince bu kez tuvalete gitmek maksatlıyla örgütten kaçtım ve Türkiye`ye geldim. Güvenlik güçlerine teslim olduktan sonra Diyarbakır 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi`nde müebbet hapis istemiyle yargılandım. 16 yıl 8 ay ceza hapis cezasına çarptırıldım. Sonra Pişmanlık Yasası`ndan yararlandım ve 2 yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1994 yılında çıktım. Ardından da askere gittim" PKK`lı teröristlerin Kuzey Irak`tan Türkiye`ye sızdıktan sonra genellikle suyun olduğu yerlerdeki mağara ve sığınaklarda kaldığını da söyleyen 'Baran’ kod adlı terörist "Türkiye`ye girişler, genellikle Şırnak`ın Silopi İlçesi`ndeki Siyahkaya Mevkii`ndeki Dicle Nehri geçilerek yapılıyor. Önce karşı tarafa bir terörist geçiyor, üzerindeki kalın halatı bir ağaca bağlıyordu. Ardından da diğer teröristler halata tutunarak Türkiye`ye kaçak yolla giriyordu" dedi. Teröristlerin askeri karakollara `yemci` tabir edilen küçük bir ekip göndererek taciz ateşi yaptığını da belirten 'Baran’ kod adlı terörist  "Amaç burada askerleri operasyona çıkmalarını zorlamaktı. Çünkü geri planda bir vadi veya yamaçta çember oluşturuluyordu. Askerler buraya geldiğinde çapraz ateşe tutulacaktı. Ancak Askerler bu tuzağı anlayıp, başka bir yönden operasyon yapınca teröristlerin tüm moralleri alt üst oluyordu" Kuzey Irak`a yapılan hava operasyonlarından, PKK`lı teröristlerin çok korkuttuğunu da ifade eden 'Baran’ kod adlı terörist "Savaş uçakları, dağlardaki mağaralara alçak uçuş yapıp bomba atıyordu. Bunu yaparken de alçalıyordu. İşte o müthiş gürültü, teröristlerin kulak zarını patlatıyordu. Buna çok şahit oldum. Bu yüzden çok kişi tedavi görüyordu. Teröristler en çok hava operasyonundan etkileniyor" PKK`lılara verilen askeri eğitimde, hava saldırılarına karşı alınacak tedbirler
konusunun da işlendiğini vurgulayan
'Baran’ kod adlı terörist "Bize verilen eğitimde, `Eğer bir hava saldırısı sırasında ateş ediliyorsa, bulunduğunuz yere dikey değil, yan yatın. Çünkü mermiler, genellikle 40 veya 60 santimetre arayla yere düşüyor. Eğer siz dikey şeklinde yere siper alırsanız, mutlaka vurulursunuz` şeklinde tembihte bulunuluyor" diye konuştu. PKK kamplarında kız- erkek ilişkilerinin istenmeyen durumların başında geldiğini de ifade eden 'Baran’ kod adlı terörist "Böyle bir durumla karşılaşılınca bir mahkeme oluşturuluyor. Ardından da ilişkiye girdikleri tespit edilen kişiler ayrı ayrı kamplara veya bölgelere gönderiliyor. Bir nevi sürgün cezası alıyor" ifadesini kullandı.

''Kadir'' kod adlı Abdülkerim KİRŞAN :

Habur çayında su fazla olduğu için geçemedik, Habur köprüsünden geçerek, aynı güzergahı takip ettik, Ancak dürbünle baktığımızda bizim yolun üzerinde askerin pusu attığını gördük, bir gün burada bekledik, askerin pusuyu terk edip etmediğini takip ettik, akşam saatlerinde askerin pusuyu terk ettiğini gördük, Askerin bizi görmüş olabileceğini ve pusuya düşebileceğimizi düşünerek, bir gün daha burada bekledik, askerin tekrar aynı yere pusu atacağını düşünerek, pusu yerinde 2-3 gün biz pusu kurduk, askerin gelmediğini görünce, sınırı geçerek, bermani köyüne gittik.

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: İşgal edilen pusu mevziileri terk edilirken, boş konserve kutuları, tabii hale getirilmemiş mevziiler gibi, birliğin burada kaldığına dair emareler ortadan kaldırılmalıdır, yiyecek artıkları mutlaka toplanarak gömülmelidir.
 
Operasyonlarda esir alınan teröristlerin üzerinde çıkan fotoğraflardan kareler
  

''Hasan'' kod adlı Sabri OK :

Taşdibek köyüne geldik, Mahmut isimli bir şahsın evinde 2 gün dinlendikten sonra, kaldığımız evin yakınlarında bir değirmenin yanındaki köprüden geçecektik, Mahmut askerin köprüde pusuda bulunduğunu söyledi, biz köprüden geçerek Şirvan'a gidecek ve Hürmüz mezrasında diğer gruplarla buluşacaktık, akşama kadar bekledik, Mahmut askerin gitmediğini bildirdi, köprüden geçemeyeceğimizi anlayınca tekrar geriye Pervari'ye döndük, köylülere sorduğumuzda civar köylerde asker olduğunu söylediler, böylece yolumuzu uzattık ve Şırnak'a gittik.

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: Pusu bölgesine giderken, üs bölgesi pusu mevziilerinin tamamen aksi istikametinde terkedilmeli, bilara yaya olarak sızma şeklinde pusu mevzilerine girilmelidir.

''Hoca'' kod adlı Neşet ÇİÇEK :

Fis köyünde Yahya'nın evine uğradık ama bulamadığımızdan mecburiyetten Diyarbakır asfaltı üzerinden Muhammedîn evine gittik, hiç birimiz evi bilmiyorduk, bir defa aradık bulamadık, aynı gece ikinci sefer uğradık yine bulamadık, köyden çıkışımızda 20-30 metre ötede iki silahlı sivil şahıs gördük, Muhammedi tanıdım, bize erzak getirdiler, gündüzleri buğday tarlalarının içinde gizleniyorduk, Kulbin köyünde bir gece Maden çayını geçtikten sonra bir saat yürüyüp konakladık, Maden çayını geçtiğimi derin kayalık ve uçurumlu bir vadi idi, her taraftan geçit vermiyordu, sadece bir patika vardı ve örgüt mensupları bu patikayı kullanıyordu.

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: Bahsedilen patika pusu kurmaya oldukça uygun bir noktadır, ayrıca Ergani-Diyarbakır asfaltı üzerinde şantiyelerin olduğu bölgenin asfaltı kestiği noktada pusu kurulabilir.


''Bilal
'' kod adlı Hüseyin TİLKİ :


Köye doğru batıdan yaklaşıyorduk, köyün doğu tarafında köpek sesleri geldi, dikkatle köye yaklaştık ve askerin 15 dakika kadar önce köyü terk ettiklerini öğrendik, gece saat ikiyi geçiyordu, bizde aynı istikamette gidecektik, asker kalabalık olduğundan ister istemez sesleri çıkıyordu, onların 15 dakika gerisinde yolumuza devam ettik.

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: İntikallerde sessizliğe büyük bir önem verilmesi gerekmektedir. 
 

Operasyonlarda esir alınan teröristlerin üzerinde çıkan fotoğraflardan kareler
 
''Doğan'' kod adlı Abdullah SARAÇ :

İdil istikametine doğru bir müddet yürüdükten sonra yolumuzun üzerinde bulunan köye doğru ilerliyorduk, kılavuzluğumuzu Hasan yapıyordu, köye yaklaştığımızda köyün hemen yakınında askerlerin pususuna düştük, ay ışığı olduğu için bizi rahatlıkla gözetliyorlardı, önce 'dur kimsiniz' diye seslendiler, bizde ses çıkarmayınca bu defa üzerimize ateş etmeye başladılar, bunun üzerine biz biraz geri kaçarak, köyün alt tarafından dolaşarak, İdil istikametinde yolumuza devam ettik, askerler peşimizden gelmediler.

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: Örgüt grupların en korktuğu şey pusudur, çünkü manevra kabiliyetlerini düşürür, dolayısıyla önemli olan pusu kurmak değil, önemli olan pusunun gereklerini yerine getirmektir.

''Edip'' kod adlı Abdülkadir ERKEK :

Beytüşşebap'ı geçtikten sonra Jirkan aşiretinin Bestasevi köyünden geçtik, Kolika köyünden Kokel isimli şahsı bulduk, onun evinde konakladık, şahıs örgüte isteyerek yardımcı oluyordu, oradan hareketle Sinefte Kara köyünden Şahinin evinde toplanan diğer kişilerle buluşarak, ertesi gün grup halinde Tanin dağını aşarak sınırı geçtik.

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: Bölge halkı ve çobanlara birlik faaliyetleri ile ilgili olarak, özellikle yanlış bilgiler ve emareler verilmelidir, bu bilgi ve emareler verilirken, doğal davranmak gerektiği unutulmamalıdır.


''Kadir'' kod adlı Abdülkerim KİRŞAN :

12 Ağustos 1992 günü, 1 Binbaşı, 1 Astsubay ve 10 Erin şehit düştüğü Ballı pususuna katılan teröristin anlatımıyla;
Erdal bizi topladı, ARGK'nin kuruluş yıldönümünün yaklaştığını ve ses getirecek büyük bir eylem yapmamız gerektiğini söyledi. Tayin zamanı olduğundan Gülyazı-Şırnak arasında devamlı askeri araçların geçtiğini, bu araçların gidiş-geliş saatlerini 3 kişi tarafından istihbarat edildikten sonra, eylemimizi Ballı köyü yakınındaki virajlarda yaptık.  

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: Örgüt faaliyetleri ve muhtemel eylemleri ne zaman olabileceği sürekli değerlendirilmelidir, bölgede dolaşan gruplar hakkında alınan en son haberler muhtemel eylem ve yeri açısından da değerlendirilmelidir, ayrıca eşkıyanın kendi yönünde önemli olduğunu kabul ettikleri günlerin öncesi ve sonrası eyleme yönelebileceği günler dikkate alınmalıdır, diğer taraftan yüksek rütbeli komutanların bölgede yaptığı ziyaretleri müteakip eylemler yapılabileceği unutulmamalıdır.


''Şevket'' kod adlı İbrahim MALGİL :

Nusaybin istikametinden ipek yoluna 15 kişilik arkadaş grubuyla geçerek İdil'e doğru yolumuza devam ederken, Barım köyünde İdil'e doğru yarım saat mesafede ay ışığında yolumuz üzerinde üç karartı gördük, bu karartıların yakınına geldiğimizde, 'dur teslim ol' diye seslenmeleri üzerine asker olduklarını fark ettik, bulunduğumuz yerden batıya doğru kaçmaya başladık, askerler arkamızdan ateş ettiler, bizde üzerimize gelmesinler diye havaya açtık ve bu pusuya yakalanmadan oradan kaçmayı başardık.

Bu ifade tutanağından çıkarılacak ders şudur: Pusu bölgesindeki mevziilerden 'dur teslim ol' demenin kimseye bir yararı olmaz.
 
Operasyonlarda esir alınan teröristlerin üzerinde çıkan fotoğraflardan kareler
 

''M.A.'' adlı terörist:

"Yöneticilerin bir eli yağda bir eli balda iken biz bit içinde kıvranıyoruz. Örgütte üst düzeyde yönetici isen her şeyi yapabilirsin, senden kimse hesap sormaz; eğer normal bir dağda savaşçı konumunda örgüt mensubu isen yaptığın en küçük hatanın hesabı sorulur. Üst düzey yöneticilerin birçoğunun bayanlar ile hatta erkekler ile ilişkisi vardır. Bayanlar ile ilişkisi olan üst düzey yöneticiler bu bayanları yükselterek üst konumlara getirirler. Eğer ilişkiyi reddederlerse ajanlıkla suçlanıp cezalandırılırlar. Bulunduğum dönem içerisinde bir birlerini sevdiklerinden dolayı örgütten kaçan insanları gördüm" diye konuştu.

''Z. T.'' adlı terörist 1974 doğumlu:

Kan davası nedeniyle, “karşı taraftan bir kaç kişiyi vuralım ve kaçıp PKK’ya katılalım” dedik. Bu sırada, örgüt mensubu iki kişi ile karşılaştık. Bunlar, neden örgüte katılmadığımı sordu. Ben de bir işimiz olduğunu, onu hallettikten sonra katılacağımızı söyledim. O da, kendilerine katılırsak bu işi daha kolay halledebileceklerini söyledi. Ertesi gün dağa götürdüler. Aslında örgüte katılmamda en etkili olan şey, babamla aramın iyi olmaması ve benimle ilgilenmemesi oldu.

Köylere gittiğimizde, köy halkını toplayıp PKK’yı desteklemeleri için konuşmalar yapıyorduk. Kaldığımız evlerde hayalleri gerçekmiş gibi anlatıyor, halkı inandırıp yardım istiyorduk. Para topluyorduk. Karşılığında, bir kağıda mühür vurup veriyorduk.

Ben, örgüte katıldığımda 17 yaşındaydım ve 9 yıl dağlarda gezdim. Daha önce de teslim olmayı düşündüm ama öldürülmekten korkuyordum. Sonunda gelip teslim oldum. Çok korkuyordum. Benim çatışmada vurduğum askerler ve görevliler vardı. Beni öldüreceklerini düşünüyordum. Ama tahmin ettiğim gibi olmadı. Hatta tam tersine iyi yaklaşımlarla karşılaştım. Ben de, teslim olmakla, hayallerden gerçeklere döndüm. Tek isteğim, diğer arkadaşların da bir an evvel gittikleri sonu olmayan yoldan geri dönmeleri.


''N.D.'' adlı terörist 1974 doğumlu:

Bükreş’de, PKK için para topluyorlardı. Benden de istediler. Param yok dedim. O halde, bize vermen gereken paranın karşılığında 8 günlük bir İran turumuz var, bu tura katılmanı istiyoruz, orada sana PKK ile ilgili eğitim verilecek, 8 günün sonunda tekrar uçakla geri geleceksin, bize de borcun kalmayacak dediler. Uçakla İran’a hareket ettim. İran’dan beni geri gönderecekler zannediyorum. Ama dönemedim.

İranlı bir kurye beni Hakurk Kampına getirdi. Sonra kaçtım. Teslim olacağım zaman korkuyordum. Şimdi çok rahatladım. Benim bu halimi görseler, bildiğim bir sürü arkadaş daha Türkiye’ye dönerlerdi. Örgütte, kaçma teşebbüsünde bulunanlar, kararsızların gözü önünde öldürülüyordu. Hem de, etkili olsun diye samimi arkadaşlarına vurduruyorlardı. Ailelerine, çatışmada askerlerin vurduğu söyleniyordu. Tabii bu infazların yapılması, örgüt mensuplarının kaçmalarını engelliyor. Kaçmaları önlemek için ailelerle kimse görüştürülmüyor.

''H.S.'' adlı terörist 1972 doğumlu:

Üniversitedeyken örgütle ilgili kitaplar okuyorduk ve maceracı duygularımız kabarıyordu. Açık ve özgür bir üniversite ortamında aykırı düşünceleri savunmayı marifet bildik ve bu örgüte katılmamızda etken oldu.

Aileden bahsetmek, örgüte katıldıktan sonra ortadan kalkıyor ve yasaklanıyordu. Bahsedenler ikna edilmeye çalışılıyor, ikna edilemezse cezalandırılıyor ve savaşa gönderiliyor. Kaçanları gözden düşürmek için “onlar hain ve korkak” şeklinde propaganda yapılıyor. “Örgüt başı en doğrusunu bilir” mantığı hakimdi. Örgüt inançsızlık felsefesini fazla dinin üzerine gitmeden gizli gizli yürütürdü.

Devletin pişmanlık yasasını duyduk. Yasa hakkında örgüt, akıllı militanlara; “devlet bizi daha önce dinlemiyordu”, cahil militanlara ise “gidersen öldürülürsün” şeklinde propaganda yaparak kandırıyordu. Geldiğim için mutluyum, örgütle işim bitti. Tanıdığım ve sevdiğim insanlar Türkiye’deydi. Bu yüzden bir an önce gelmek istedim. Örgüt artık gücünü kaybetti. Bunun için de siyaset yapma hakkı istiyor.

Ben öğrenciydim. Tekrar okuluma dönmeyi, eğer imkan verilirse devletime ve milletime elimden geldiği kadar yardımcı olmayı istiyorum.


''Ş.Y.'' adlı terörist 1970 doğumlu:

Nereye gideceğimizi söylemeden beni örgüte götürdüler. Ama kaçtım ve teslim oldum. Çok korkuyordum. Bana, her yakalananın önce konuşturulacağı sonra da işkence ile öldürüleceği anlatılmıştı. Kafamda hep bu vardı. Ama sağ, salim buradayım. Hiçbir şey örgütün anlattığı gibi değil.

Örgüte katılanların çoğu benim gibi katılışının farkına varmadan, örgüte gittiğini bilmeyerek gelen veya zorla getirilenler. Birbirimizi tanırdık, bilirdik ama ayrılmaktan konuşmazdık. Ailenize dönmenize müsaade etmiyorlar. İbadet edene rastlamazsınız. Herkes birbirinden korkar.

Arazide, bildirilere rastladım. Grup liderleri bunların yalan olduğunu, yakalananların öldürüleceklerini söylüyorlardı. Ben de bunlara inandım. Keşke onlara inanacağıma bildirilere inansaydım. Keşke yüz defa bu duyurulara inansaydım. Radyoda çağrı çıkınca bazen kapatırlardı, bazen de kapatmaz küfrederlerdi. Bunların hepsinin bizi kandırmak için çıkarılmış yalanlar olduğunu söylerlerdi.

O bildirilerde yazanların yalan olmadığını şimdi daha iyi anladım. Aksine, kendine önder diyenlerin yalanlarını daha iyi anlıyorum. Yıllarımın boşa geçtiğini düşünüyorum. Örgüt, suçsuz insanları öldürüyor ama bunların siyasi mücadele için yapıldığı söyleniyordu. Neyin yalan neyin doğru olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Biraz daha erken anlasaydım daha iyi olacaktı.
  
Operasyonlarda esir alınan teröristlerin üzerinde çıkan fotoğraflardan kareler
  

''A. Ç.'' adlı terörist 1970 - Ergani doğumlu:

Üniversite ortamında, değişik düşüncelere sahip insanlar, yeni gelenlerden kendi gruplarına çekme gayreti içindeydiler. Ben de bu ortama girdim. Girdikten sonra bu ortamdan kopmak mümkün olmuyor. Daha sonra, örgüte katılma teklifi yapıldı. Katılmam dersem teşhir edecekler. Sen sözde varsın, eylemde yoksun diyeceklerini bildiğimden, bunu gurur meselesi yaptım. Bu düşüncelerden dolayı örgüte katılmaya karar verdim.

Ama, söylenenlerle yapılanlar farklı idi. İnsan öldürmenin hiç bir gerekçesi olamazdı. Örgütte, sonumuzun ne olacağını bilmiyorduk. En garantili yolun devlete sığınmak olduğunu düşündüm ve teslim oldum. Böyle yapmakla ne kadar iyi bir karar verdiğimi şimdi daha iyi anlıyorum.


''M.Ş.'' adlı terörist 1971-Batman doğumlu:

Köyümüze gelen tabancalı bir adam babamı ve küçük kardeşimi öldürmekle tehdit ettiği için ben ve amcamın kızı bu adamla birlikte gitmek zorunda kaldık. İsmini bilmediğim bu adam daha sonra bizi örgüte teslim etti. Kaçırıldıktan sonra örgüt bizi devamlı kontrol altında tuttu. Başımızda kaçmamamız için hep nöbetçi vardı.

Eğitim esnasında bir kaza geçirdim ve başımı kayalara vurdum. Beni tedavi amacıyla Kuneraya götürdüler. Burada sonradan arkadaşlarımdan deney amaçlı olduğunu öğrendiğim bazı ilaçları iğneyle kafa derimin içine verdiler. Bir süre sonra saçlarım tamamen döküldü. Saçlarımın dökülmesine başlangıçta üzülmüştüm. Ancak daha sonra kız arkadaşlara yapılan tacizleri görünce saçlarımın dökülmesi ve çirkinleşmem nedeniyle bu tacizlerden kurtulduğumu ve namusumu koruyabildiğimi anlayarak sevindim.

Saçlarımın dökülmesinde sonra tedavi olmam için beni İran’ın Urumiye şehrine gönderdiler. Burada 100 kadar örgüt üyesiyle birlikte bir çiftlik evinde kalıyorduk. Evin yakınında bir İran askeri birliği vardı ve burada görevli İran askerleri evin etrafında ve kapısında nöbet tutuyorlar hem güvenliğimizi sağlıyorlar hem de yerimizin tespit edilmemesi için çiftlik askeri bir birlikmiş havası yaratıyorlardı. 1996 ve 1997 yılları arasında burada kaldım ve çeşitli ayak işlerine baktım. Bana buraya tedavi olmam için gönderildiğim söylense de herhangi bir tedavi şekli uygulanmadı.

Urumiye’den sonra yine tedavi olacağım söylenerek Tahran’a gönderildim. Burada 100 kadar örgüt mensubuyla üç katlı bir binada kalıyorduk. Güvenliğimiz yine binanın karşısındaki İran askeri birliğinde görevli askerler tarafından kontrol altında tutuluyordu. Şehrin içine çıkamıyor zaman zaman gruplar halinde Azadi Hastanesine gidiyorduk. Burada da 1998 ve 2000 yılları arasında kaldım.

Daha sonra tekrar Kunera’daki kampa gönderildim. Burada 1,5 yıl boyunca hastanede ve mutfakta çeşitli ayak işlerine baktım. Tedavi edileceğim söylenmesine rağmen daha önce kaldığım yerlerde herhangi bir tedavi işlemi yapılmadığı için daha sonra beni Mahmur Kampına gönderdiler. Burada yaklaşık üç yıl kaldım. Buradayken en sonunda ailemle irtibat kurmayı başardım ve abim gelip beni kurtardı. ... Daha sonra Irak’taki askerlerimize teslim oldum. Örgütteyken bize askerlerin bizleri ellerine geçirdiği zaman işkence yapacakları, tecavüz edecekleri ve sonunda öldürecekleri anlatılıyordu. Ben teslim olduktan sonra tüm bu anlatılanların ne derece korkunç iftiralar olduğunu bizzat kendim yaşayarak gördüm. Bize bir abi bir baba gibi yaklaştılar. Keşke daha önce kaçabilseydim de ömrümün 10 yılını kaybetmeseydim. Gençliğimi yaşayamadım.

Örgüt içinde kaçmayı ve evine dönmeyi düşünen çok insan var. Ama herkes kaçarken yakalanıp öldürülmekten korkuyor. Çünkü kaçmayı denerken öldürülen arkadaşımız çok oldu. Örgüt daha sonra bunların ailelerine çocuğunuzu Türk askeri, polisi öldürdü diyor. Aileleri bu şekilde kandırarak devlete düşman yapmaya çalışıyorlar.

''S.O.'' adlı terörist 1973 - Hakkari doğumlu:

Babam İl tarım Müdürlüğünde işçiydi. Dokuz kardeşin en büyük çocuğu olduğum için kardeşlerime bakmam gerekiyordu. Bir gün halamın oğluyla birlikte Çığlı Suyu kenarına gittiğimizde yanımıza tanımadığımız şahıslar geldi ve bizi silah zoruyla önce yakındaki bir mağaraya, sonra da zap kampına götürdüler.

Burada askeri ve siyasi eğitim görüyorduk. Ama şartlar dayanılmayacak durumdaydı. Bu kampta kaldığım süre içerisinde iki kez kaçmaya teşebbüs ettim. Birincisinde onbeş gün ikincisinde de beş gün ceza verdiler. Daha sonra kaçmayacağıma yeminli ifade aldılar.

Örgüt, ajan olarak tespit ettiği kişileri kırsal ve şehir merkezlerinde infaz ediyor ve bu olayı güvenlik kuvvetleri tarafından yapılmış gibi gösteriyordu. Eski örgüt mensuplarının moralleri iyi seviyede ancak yeni katılanların morallerinin bozuk olduğu görülmekteydi.

Örgüt içinde karşı cinse ilgi kesinlikle yasaktı. Bu şekilde davrananlar en ağır cezalarla cezalandırılıyorlardı. Bir çok arkadaşımızın örgütten kaçarak yeni bir hayat kurduğu haberleri geliyordu. Ben de bu hayattan kurtulmak istiyordum. O gece uyumayarak nöbetçileri takip ettim ve boşluk bulunca kaçıp teslim oldum.


''T.F.'' adlı terörist Hakkari 1974 Doğumlu:

İnşaat işçisi olarak çalışırken yanıma bir şahıs yaklaştı ve kendisinin işinde çalışmamı teklif etti. Kabul ettim. Yola çıktıktan sonra terörist olduğunu öğrendiğim kişi, beni örgüte aldığını ve bundan sonra örgüt için çalışacağımı söyledi. Bir süre sonra başkalarıyla buluştuk ve Şemdinli üzerinden Irak’a geçtik.

Uzun süre yürüdükten sonra eğitim maksadıyla bir bölgeye götürüldük. Silahlı ve siyasi eğitimler almaya başladım. Burada örgütten kaçmaya çalışmış kişilerin oluşturduğu, örgütte dışlanan “kontracılar” dedikleri bir grup hemen dikkati çekti. Bu gruba en ağır işler yaptırılıyor, hakaret ediliyor, insanlık dışı muamele yapılıyordu. Hatta bayanlara taciz edildiğini bile görebiliyordum. Bu durum moralimi çok bozdu. Siyasi eğitimlerde kardeşlik, adalet, birlik ve beraberlik gibi konulardan bahsettikleri halde uygulama tam tersiydi. Zamanla örgüt içindeki bu ikiyüzlülük ve kandırmaca nedeniyle örgüte olan güvenim kalmadı. Bir an önce buradan ayrılmak istiyordum. Birçok arkadaşımızın örgütten kaçarak yeni bir hayat kurduğu haberleri geliyordu. Ben de bu hayattan kurtulmak istiyordum. Ölümü bile göze alarak kaçtım. Çünkü burası ölümden de beterdi.
 
Operasyonlarda esir alınan teröristlerin üzerinde çıkan fotoğraflardan kareler
 

İsveç’in Stockholm şehrine siyasi sığınmacı olarak yerleşen,
İtirafçı Abdülkadir AYGAN:

PKK’dan kaçtıktan sonra JİTEM'e çalışan ve oradan da ayrılıp itiraflarda bulunan Abdülkadir Aygan, Vedat Aydın cinayetine ilişkin şunları söylemişti:
"Bu cinayetten önce, JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı A. Cem Ersever ve Grup Komutan Yardımcısı (Celil) kod adlı Aytekin Özen, Ali Ozansoy, Selahattin Görgülü ve ben; JİTEM emrine verilmiş yeşil renkli stejin Kartal marka arabayla Vedat Aydın'ın evinin bulunduğu istasyon caddesine gittik. Cem Ersever, Ali Ozansoy ve Selahattin Görgülü keşif yaparak evin bulunduğu apartman katını ve numarasını öğrendi. Aradan birkaç gün geçmişti, 7 Temmuz 1991 günü evimden JİTEM'e gittim. Görevli iki üç askerden başkaca hiç kimse ayakta değildi. Cem Ersever'in postası olan asker, 'abi yavaş konuş, komutan ve diğer arkadaşlar uyuyor. Gece göreve gitmişlerdi, geç saatlerde döndüler. ' dedi ve öğlene doğru uyanan Cem Ersever bana 'niçin erken geldin ortalık karışık, Vedat Aydın'ın cesedi bulunmuş' dedi. Durumu anladım. Vedat Aydın'ın eşi Şükran Aydın tarafından yapılan eşkâl tarifine göre çizilen robot resimdekilerden birisi tıpa tıp Aytekin Özen'dir."

Erzurum E Tipi Cezaevinde Yatmakta Olan İtirafçı Aydın SEVİNÇ:

"1993 yılında 'Hırsızlık Çetesi' adı altında kendimizi tanıtarak JİTEM için çalışıyorduk. O dönemde JİTEM'in talimatıyla Urfa nüfusuna kayıtlı Nazım Babaoğlu isimli yurttaşı kaçırarak infaz ettik ve akabinde de cesedini gömdük, her an öldürülmem söz konusu olduğundan, Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulundum. Fakat bu dosya Diyarbakır Özel Yetkili Başsavcılığı'nda olduğu yönünde tarafıma bilgi tebliğ edildi. Şu an vicdan azabı duymaktayım, tüm gerçekleri konuşmak istiyorum. Acil olarak tayin edeceğiniz bir avukatın bu davadan dolayı avukatlığımı yapmasını talep ederim."

    Çatışmada yakalanıp, itirafçı olan Hükümlü Aydın SEVİNÇ'e ait itiraflar
 
    
     Özellikle kırsal kesimlerde
Mağdur olmuş insanların ifadeleri:


1994’te Evladı, kayıp olan, Emmiş FİDAN:
Diyarbakır'ın Kocaköy ilçesi Şahlat köyünde yaşıyorduk, köyümüz askerler tarafından yakılınca Diyarbakır'a göç ettik. 22 yaşındaki oğulum Salih tarlada çalışmak için köye gidip gelmeyi sürdürdü. 6 Haziran 1994 tarihinde köye baskın düzenleyen askerler, tarlada çalışan işçileri de uzun namlulu silahlarla taradı. 2 köylünün yaşamını yitirdiği olayda, oğlum Salih ayağından vurularak yaralandı. Yaralı olduğu için köyden çıkamayan oğluma yardım eden Sinan Çalık, Süleyman Muntaş adlı köylünün evine sığındı. Evi basan askerler, Muntaş, Çalık ve oğlum Salih’i gözaltına alarak Diyarbakır'a götürdüler, Muntaş, 25 gün sonra serbest bırakılınca, 2 gün Sinan Çalık ve oğlum Salih’le beraber tutulduklarını, daha sonra onları ayrı bir yere götürdüklerini anlattı.

Mağdur Zeynep KURT:
Diyarbakır'ın Bismil İlçesi Ağıllı köyünde yaşıyorduk, 1992 yılında köyümüze operasyon düzenleyen güvenlik güçleri, aralarında kocamın da olduğu bazı köylüleri, örgüte yardım ettikleri iddiasıyla gözaltına aldılar. 26 yaşındaki kocam Abdulkadir Kurt, 19 Nisan 1992 günü gözaltındayken Rambo lakaplı Asteğmen Salih ÜNER’in işkence yapması sonucu hayatını kaybetti. Adli Tıp Kurumu, ölüm nedenini kocamın makatına cop sokulmak suretiyle ‘rektum yırtılmasına bağlı iç ve dış kanamaya bağlı ölüm’ olarak açıkladı. Bunun üzerine şikâyetçi oldum. 1994 yılında da Asteğmenle birlikte 15 asker hakkında 'işkence yapmak suretiyle adam öldürmek' ve 'işkenceye iştirak etmek' suçlarından dava açıldı.

Mağdur
Hasan Sesoğlu : (Kozluca Köyü Muhtarı)
1993′te köylerimize askeri operasyonlar başladı. Karakol komutanı bizi çağırdı; “Köyleri boşaltın, mezralar ile birleştirip köy-kent yapacağız” dedi. Sonra Ali Boğaz mıntıkasını jetlerle bombaladılar. O günlerde beni alıp helikoptere bindirdiler, yarbayın yanına götürdüler. Yarbay: “Muhtar, Başbağlar Köyü’nü neden bastınız?” dedi. O günlerde bizden de beş kişi yargılanıyordu. Cevap veremedim, tekrar sordu: “Senden cevap istiyorum” dedi. Aramızda karşılıklı bir diyalog gelişti, bana sordu:
“Alevi misin, Sünni misin?”
“Aleviyim!”
“Ayrı bir dilin var mı?”
“Var!”
“O ana dil ile ‘Mühür kimde ise, Sultan Süleyman odur’ de.”
“Mor ke kami dero, Sultan Suleyman owo!”
“Muhtar konuştuğun dil Türkçedir!” dedi…
Sonra köyde çatışma çıktı…‘Üç asker vurulmuş! bahanesi ile bizi karakola götürdüler, falakaya yatırıp bizi meşe sopaları ile dövdüler. “Köyleri boşaltın” diye baskı yapıp tehditler savurdular. 20 yaşındaki oğlumu da askere yollamıştım, devlete vatandaşlık görevimizi yapıyoruz, yine de bize reva görülenlere bakın…Köylerimiz boşaltılınca Hozat’a sığındık. Belediye’nin bir düğün salonu var, 18 haneye göre hasırlarla bölümlere ayırarak içine yerleştik, her bölüm 3-4  metrekare. Her ailede var en az 5-6 kişi…Yatak sermeye bile yer yok… Hava soğuk, ısınma yok, banyo yok, tuvalet yok… Ayrıca yokluk ve sefalet içindeyiz…

Mağdur olan ''Aysel Öğüt
'':
Hasköy Jandarma Komutanlığı’nın 2 Ekim 1993 tarihinde Muş İline bağlı Altınova beldesi kırsalında başlattığı operasyon sonrası tüm ailesini kaybeden Aysel Öğüt Anlatıyor:
“Ben evliydim. Eşim başka köyde imamdı, o gece babama misafirliğe gelmiştim. Babamlarla akşam yemeği yedim. Saat 23.00 civarında kalktım yakındaki amcamın evine yatmaya gittim. Babam gitmemem için ısrar etti tek odaları olduğu için. Ben de rahatsız etmek istemedim. 4 aylık olan bebeğimi de alarak amcamlara yatmaya gittim. Eğer gitmeseydim, ben bebeğimle birlikte ailemle yanmış olacaktım.” Babasının evinin yandığını pencereden gördüğünü söyleyen Aysel Öğüt, yanan eve gitmesine askerlerin izin vermediğini söyledi. Özelikle askerlerin babasının evinin olduğu mıntıkayı sardığını ancak sabah eve gittiğini anlatan Öğüt, gördüklerini şöyle anlatıyor:
“Sonra bütün erkekleri belediyenin önünde topladılar. Kadınların evden çıkmasına izin vermiyorlardı. Ama biz koşarak babamın evine baktık. Orada gördüklerim karşısında bayılmışım.

Tanık olan ''Harun Tutuş''
:
Muş İline bağlı Diyarbakır'ın kuzey kesiminde yer alan Şenyayla bölgesinde oldukları dönemlerde askeri operasyon başladığını belirterek,"3-4 helikopterle inen ve yaya olarak gelen çok sayıda asker mezraları ateş altına aldı, bizim köye gelen yaklaşık 200 komando askeri köyü ateşe verdi" dedi.

Tanık olan ''Mizbah Akdeniz'':
İnkaya köyünde ikamet ettiklerini ancak yazın su sorunu nedeniyle Şenyayla bölgesine yaylaya çıktıklarını ve Sonbahara kadar burada kaldıklarını söyledi. Askerin bölgeye geldikten ikinci gününde yaylayı boşalttığını anlatan Akdeniz, "Askerler bu emrin Yavuz Ertürk Paşa tarafından verildiğini bize söyledi. Babam Badıkan aşiretinin lideriydi. Biz bölgeyi terk ederken o arkamızdan yavaş yavaş geliyordu. Ancak daha sonra kayboldu ve gelemedi. Sonradan askerlerin alıkoyduğu 100 yakın kişinin arasında olduğunu öğrendik" diye konuştu.
Babasıyla birlikte alıkonulan 11 köylünün 16 gün sonra yani operasyonun bittiği gün kurşuna dizildiğini anlatan Akdeniz, "O bölgede PKK'nin de kampları vardı. O dönemin PKK bölge sorumlusu Şemdin Sakık ve babasını tanıyorduk. Hatta Şemdin Sakık babama ceza kesmiş, babam bu cezayı ödememişti. Geceleri PKK'liler gelir, gündüzleri askerler gelir, 'neden yardım ediyorsunuz' diyordu. Sanki anlaşmalı gibi çalışıyorlardı.
Mizbah Akdeniz, babasının öldürülmesinin ardından Bolu'ya gittiğini burada sanık Ertürk ile görüştüğünü belirterek, "Ona babamı neden öldürdüğünü sordum. O da bana 'Orman yakıldığını zaman kurunun yanında yaş da yanar' dedi. Yakama yapıştı ve boğazımı sıkmaya çalıştı. 1998 yılında ise Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gittim. Burada durumu anlattım ve şikayetçi oldum. Burada Ertürk Paşa da vardı. Ellerini arkadan bağlamış 'kimse benden hesap soramaz, kimseye hesap vermem' dedi. Odadaki savcı da bir şey yapmadı" diye konuştu.

Mağdur ve tanık olan ''Abdullah Ayaz'':
Diyarbakır’ın Kulp İlçesi'nde 1993'te öldürülen 11 köylünün arasında yer alan ve 9 kurşun yemesine rağmen sağ kalmayı başaran Abdullah Ayaz yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Bize ‘Arkanızı dönün’ diye bağırdılar. Arkamızı döndük. Halay çeker gibi yan yana dizildik. ‘Arkanızı dönün’ diye bağıran uzman çavuşa yukardan biri seslenerek, ‘Ramazan işlerini daha bitirmedin mi’ dedi. O
zaman keleşle taradılar bizi. Ben o sesten sonra, bize ateş açanın isminin, Baskın Taburu’ndan Uzman Çavuş Ramazan olduğunu anladım ve hâlâ unutmadım.”

Gözaltında kaldığı 10 gün boyunca tedavi gördükten sonra savcılığa çıkarıldığını söyleyen Ayaz, “Bana, ‘Eğer olayı
PKK yapmadı dersen, işin zor’ dediler. Ben de ifademde ‘Bizi PKK vurdu’ dedim. Savcı beni serbest bıraktı" şeklinde konuştu.

Kulp’ta 1993 yılında, Bolu 2. Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün emriyle kurşuna dizilen 11 köylü arasında yer alan ancak bu olaydan yaralı kurtulan Abdullah Ayaz, yaşadıklarını Taraf'tan Remzi Budancir'e anlattı. Ayaz, köylülerin öldürülmesi dolayısıyla hakkında soruşturma başlatılan emekli Tuğgeneral Ertürk’ün infaz emrini verdiğine tanık olduğunu söyledi.

"Ailem gözümün önünde katledildi" diyen Ayaz'ın 19 yıl önce yaşadıklarını anlattığı söyleşinin bir bölümü şöyle: 
 
Bölgede yüzlerce köyün yakılması, birçok sivilin ölümü ile anılan Bolu Komando Tugayı’nın faaliyetleri, 1993 yılı Ekim ayında Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nde öldürülen 11 köylü ile ilgili iddianamede detaylarıyla yer aldı. İddianamedeki ifadeler, bölgede işlenen vahşeti gözler önüne serdi. İfadeleri iddianameye yansıyanlardan biri de Bingöl’ün Genç İlçesi Geyikdere Köyü nüfusuna kayıtlı Abdullah Ayaz. Ayaz, operasyonun başında bizzat Yavuz Paşa’nın olduğunu söyledi. 

Abdullah Ayaz her şeyin, 1994’ün Mayıs ayında Kulp’a yakın Ardürek bölgesinden minibüsle Bingöl’e giderken, komandolar tarafından yollarının kesilmesi ile başladığını anlattı. Komandoların, “Bize bu dağlarda rehberlik edeceksin” diyerek kendisini minibüsten indirdiğini söyleyen Ayaz, helikopterle Lice Yatılı Bölge Okulu’na (YİBO) götürüldüğünü anlattı. YİBO’da orta boylu, beyaz saçlı, dolgun birisinin yanına götürüldüğünü belirten Ayaz, “Askerliğimi 1993’te bitirmiştim. Rütbeleri iyi tanıyordum. Adı Yavuz’du, rütbesi ise Tuğgeneraldi. Saatlerce benimle konuştu. Bana ‘Operasyon sizin bölgede yapılıyor. Askerleri dağlarda dolaştıracaksın, yol göstereceksin. Sen bu bölgedensin, burayı iyi biliyorsun. Operasyon biter bitmez seni serbest bırakacağız’ dedi. Askerler, ‘Operasyondan sorumlu kişi budur’ diyordu. Akşam saatlerinde çıktık, Lice-Genç arasında bulunan bölgelerde askerlerle birlikte yürümeye başladık” dedi. 

Ayaz, operasyon bölgesini şu sözlerle anlattı: “Beş gün dağlarda kaldık. Gittiğimiz istikamet bizim köydü. Bu süre zarfında, o bölgede bulunan birliklerin hepsini öğrendim. Birliklere bölgede bulunan Kulp-Genç köylerinin korucuları da katıldı. Muş birlikleri de Bingöl tarafından gelmişti. Bildiğim kadarıyla operasyonda Bingöl’den Elmalı, Yenisu, Binekli, Doğanevler, Seyfan, Muradan, Çaytepe ve hatırlayamadığım başka köylerin korucuları da vardı. Bunlar Bingöl tarafından gelmiş, tüm dağları ablukaya almışlardı. Benim birlikte olduğum komandolar da, Lice tarafında yer alan Geyiklere Köyü’ne doğru gidiyorduk. 5 gün sonra Geyikdere’ye vardık.”

Abdullah Ayaz’ın anlattıkları arasında, Bolu 2. Komando Tugayı’na bağlı birliklerin isimleri de oldukça dikkat çekici. ‘Balyoz’, ‘Barut’, Baskın’ ve ‘Barış’ isimli taburların Bingöl, Genç ve Lice arasını kuşattığını anlatan Ayaz, bu taburlara Tuğgeneral Yavuz’un komuta ettiğini söyledi. 

Beş gün komandolara yol gösterdikten sonra kendi köyü olan Geyikdere’ye ulaştıklarını anlatan Ayaz, burayı kuşatan taburun Baskın Taburu olduğunu belirtti. Komandoların köyde dört gün kaldığını ifade eden Ayaz, “4. günün sabahı saat 06:00’da kapılarımızı çaldılar. Benimle birlikte amcam H. Aziz Ayaz (70), ağabeyim Tahir Ayaz (43) ve küçük kardeşim Cevdet Ayaz’ı (15) alarak, Sağgöze’nin üst tarafına götürdüler. Hepimiz şaşkındık. Ne yapılacağını bilmiyorduk. ‘Bir yanlış anlaşılma var’ diye düşünüyorduk. Bizi Sağgöze Köyü’nün üst tarafına götürüp, çırılçıplak soydular. Bizi Baskın Taburu aldı. Başlarında bir yarbay vardı. Soruları bu yarbay soruyordu. Bize ‘PKK’ya kim yardım ediyor’ diye soruyordu. Cevap versek de işkence sürüyor, vermesek de. Sopalarla dövüyor, ateşte ısıtılan demirlerle vücudumuzu dağlıyordu. Yarbay, 1,85-190 boyundaydı. Dolgun biriydi, bembeyaz saçları vardı. Her tarafı yakıp yıkan buydu. Kıbrıs’tan sürgün geldiğini askerler anlatmıştı. İşkenceli sorgu akşam saat 19:00 sularına kadar devam etti. Bizi buradan PKK’nın boşaltılan kamplarına götürdüler. Yer kazdırdılar bize” dedi. 

O sırada, aslen Bingöl Kığılı olan ama
İstanbul ’da oturduğunu söylen bir askerin yanlarına geldiğini belirten Ayaz, askerin kendilerine Zazaca “İni Şıma Kışên (Bunlar sizi öldürecekler)” dediğini anlattı. Kendisinin de bunun üzerine amcasına, ‘Bizi öldürecekler’ dediğini, amcasının buna inanmayarak, ‘Niye bizi öldürsünler. Bir yanlış anlaşılma var’ diye karşılık verdiğini kaydeden Ayaz, “O sırada bize ‘Arkanızı dönün’ diye bağırdılar. Arkamızı döndük. Halay çeker gibi yan yana dizildik. ‘Arkamızı dönün’ diye bağıran uzman çavuşa yukardan biri seslenerek, ‘Ramazan işlerini daha bitirmedindi mi’ dedi. O zaman keleşle taradılar bizi. Ben o sesten sonra, bize ateş açanın isminin, Baskın Tabur'undan Uzman Çavuş Ramazan olduğunu anladım ve hâlâ unutmadım” diye anlattı. 

Açılan ateş sonrası bayıldığını, gözlerini açtığında sabah olduğunu söyleyen Ayaz, o anı, “Sabaha kadar baygın kalmışım. Kaç saattir ordaydım bilmiyordum. Vücuduma 9 kurşun isabet etmişti. 3 kurşun karın bölgemin sol tarafına, 5 kurşun bacaklarıma ve 1 kurşun da sağ koluma isabet etmişti. Nasıl ölmemişim ben de bilmiyorum. İki kardeşim ve amcam ölmüşlerdi. Yapacak hiçbir şey kalmamıştı” sözleriyle anlattı. Kendileri gibi başka ailelerden köylülerin de kurşuna dizildiğini sonradan öğrendiğini belirten Ayaz, orada kurşuna dizilenlerin Zübeyir, Mustafa ve Sıdık Uygun olduğunu, Uygun ailesini öldüren taburun Balyoz Taburu olduğunu söyledi. 

Çok kan kaybettiğini ve halsiz düştüğünü söyleyen Ayaz, bundan sonra yaşananları şu sözlerle anlattı: “Saatlerce saklanarak yürüdüm. Köye ulaşıp,
haber
vereyim dedim. Köyümüzün mezrasına geldiğimde köylülere olayı anlattım, kimse inanmadı. Kimse inanmayınca uzaklaştım. Çünkü sıra bu mezradaydı biliyordum. Saklandım ve uzaktan izledim. Mezrayı Barut Taburu bastı. Tüm evleri boşalttı. Kimse eşyasını alamıyordu. Karşısında saklandığım eve 30 yaşlarındaki Kıyamet Tuğa girdi, bir iki parça eşya almak istedi herhalde. Askerler, kızla birlikte evi ateşe verdi. Kız sağırdı zaten. Dışarı çıkarmadılar. Evle birlikte diri diri yandı. Köyün üzerine bir sürü helikopter geldi. 20 mezra ateş içindeydi.

Daha sonra Doğanevler Karakolu’na sığındığını, başından geçenleri Zekeriya Astsubaya anlattığını ifade eden Ayaz, Zekeriya Astsubayın telsizle, o olayı yapan komutana, ‘Siz burada teröristlere karşı mı operasyon yapıyorsunuz, yoksa sivil insanları mı öldürüyorsunuz’ diye sorduğunu söyledi. Karşıdaki rütbelinin ‘Abdullah yanında mı’ diye sorduğunu, Zekeriya Astsubayın ‘evet’ demesinden birkaç dakika sonra, bir helikopter geldiğini anlatan Ayaz, “Zekeriya komutan beni uzakta bekletti. Helikopterden inen komutan ile konuşmaya başladı. Helikopter gittikten sonra bana, ‘Seni helikopterden atacaklardı. Çabuk kaybol, nereye gidersen git. Seni ölmüş biliyorlar ve öyle kayda geçmişler’” dediğini söyledi. 

Karakoldan uzaklaştıktan sonra akrabaları tarafından Bingöl merkeze getirildiğini belirten Ayaz, şöyle devam etti: “Birkaç gün sonra Binekli Köy Muhtarı ve korucubaşı Ahmet Uta, askerlerle gelip beni Bingöl İl Jandarma Komutanlığı’na götürdü. Burada beni Nevzat Yüzbaşı sorguladı. Her şeyi anlattım. Yaralıydım. Beni tedavi ettirdi. Hücrede tutuluyordum. Sadece kontrol için götürüp getiriyorlardı. Birileri gelip beni istiyordu ama komutan beni vermedi. Beni öldüreceklerini biliyordu.” 

Gözaltında kaldığı 10 gün boyunca tedavi gördükten sonra savcılığa çıkarıldığını söyleyen Ayaz, “Bana ‘eğer olayı PKK yapmadı desen, işin zor’ dediler. Ben de ifademde ‘Bizi PKK vurdu’ dedim. Savcı beni serbest bıraktı. Bizi öldürmeye götürdüklerinde kimliklerimiz alınmıştı. 40 gün sonra, Genç İlçesi’nde jandarmaya gittik, ifade verdik. Bizi Kulp’a yönlendirdiler. Kimliğimi Kulp’ta askeriyeden aldık. Dilekçe vererek, hayatta olduğumu belirttikten sonra, tekrar nüfusa yaşıyor diye kayda geçildi. Tespit davası ise 3 yıl sürdü. Tüm raporlar jandarma aldı, elimde hiçbir şey kalmadı” diye konuştu. 

Güneydoğu’da köy yakmalar ve faili meçhul cinayetlerle anılan Bolu 2. Komando Tugayı’nın bilgileri muammaya dönüştü. Savcılığın tugayı sorduğu Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı, ‘Arşivimizde bilgi yok’ derken, Bolu 2. Komando Tugay Komutanlığı tüm arşivin deprem altında kaldığını öne sürdü. Kara Kuvvetleri Komutanlığı da iç güvenlik harekât bölgesinde icra edilen operasyonlara ait bilgilerin kayıt altına alınmadığını belirtti. Komutanlık sadece 1994 yılında 2. Komando Tugay Komutanlığı’nda görev yapan muvazzaf ve emekli subay listesini savcıya gönderdi. Olayla ilgili iddianameyi tamamlayan savcılık, Bolu 2. Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Yavuz Ertürk hakkında 11 köylünün öldürülmesi ile ilgili dava açtı. Bu davanın yanı sıra yine Bolu Tugayı tarafından 1994 yılında öldürüldüğü iddia edilen 25 kişiyle ilgili soruşturmalar devam ediyor. 

İddianamede sanık Yavuz Ertürk’ün savunmasına da yer verildi. Savunmasında 2. Komando Tugay Komutanı olarak Mart-Nisan aylarında emirle Güneydoğu’ya gidip, Kasım-Aralık aylarında Bolu’ya döndüklerini anlatan Ertürk, “Birliğimiz, OHAL Valiliği emrinde Diyarbakır Jandarma Asayiş Komutanlığı’nın komutası altında görev yapmaktaydı. Tugayda, ortalama 450 subay ve astsubay, 4-5 bin er ve erbaş bulunuyordu. Güvenlik komutanlıklarının baş edemediği terör eylemlerine Jandarma Asayiş Komutanlığı’nın emri ile operasyon yaptık” dedi. 

Maktullerden çoğunun PKK ile ilişkilerinin tespit edilemediğinin vurgulandığı iddianamede, “Örgütün yapısı” başlığı altında, Yavuz Ertürk’ün idaresi altında, “Yarbay Ramazan” kod ismini kullanan subay ile diğer görevlilerden oluşan bir grup oluşturulduğu belirtildi. Bu grubun asli görevinden ayrılarak, gözaltına aldıkları kişileri sorgulayıp bir kısmını öldürdüğü, bu şekilde suç işlemek amacıyla kurulmuş bir teşekkülle dönüştüğü anlatıldı. Bu yapının, “Kasten öldürme” suçu başta olmak üzere birçok suçu Yavuz Ertürk’ün talimatıyla işlediği belirtilen iddianamede, suçların “Terörle mücadele adı altında işlendiğinin mevcut delillerden anlaşıldığı” tespitine yer verildi.

 
 
OPERASYON SONRASI ASKER SOHBETLERİ

Ahmet Ş. Komando Er:

Van İline bağlı Çaldıran İlçesinin Buğullukaynak köyüne bir duyum üzerine operasyon icra ettik. "İki teröristin beraberinde kaldıkları evin çocuğunu da alarak dere yatağından kaçtıkları yönünde köylülerden bilgi almamız üzerine onları takip ettik. Köyden yaklaşık 2 kilometre uzaklıkta bir dere kenarında onları kıstırdık. Operasyonu yürüten Çaldıran Jandarma Komutanı Yüzbaşı M. Yıldırım, megafonla teslim olma çağrısı yaptı. Onlar da ellerini başının üzerine koyarak teslim oldu. Yere yatırdık ve Albay H. İyigün'ün gelmesini bekledik. Albayımız olay yerine geldikten sonra komandoların geri çekilmesini istedi. Sonra yanında gelen Özel Time infaz emri vererek bu üç kişiyi öldürdü. Albayımız sağ yakalanan 'teröristlerin' öldürmesini bize şöyle bir konuşma yaparak açıkladı: Bu dağlar bizden sorulur. Sizi tebrik ediyorum, bu 'teröristler' çok ocaklar söndürdü, çok can yaktı. Bunları birkaç kez kıl payı kaçırdık. Bunlar hapse girselerdi sonra çıkıp yine dağa gideceklerdi…"

Ayhan Ç. Özel Harekât Polisi:

"Orada bir köy var, kurtarılması gerek' dediler. Gittik, insanların ölüsüne, dirisine yapmadığımızı bırakmadık. Biz orada insanların tırnaklarını çektik, bok yedirdik; bize evinde yemek veren teyzeyi öldürdük."
  
Operasyonlarda esir alınan teröristlerin üzerinde çıkan fotoğraflardan kareler
  

Mehmet Ç. Uzm.Çvş. : Komutanımızın yakın korumalığını yapan, devrem anlatırdı;

Operasyonlarda, albayımız alçak uçuş esnasında, huylandığı veya şüpheli gördüğü dere yataklarına, vadi tabanındaki patikalara ve gizlenmeye müsait ormanlık alanlardaki, olası terörist barınaklarına, parça tesirli taarruz tipi el bombasının pimini çeker, büyük bir ustalıkla cam bardağı içerisine yerleştirir, sonrada helikopterden tek tek aşağı fırlatırdı, cam bardak yere düşer düşmez kırıldığından, arkasında bombalar biri biri ardına, kara bir toz bulutu bırakırcasına patlardı.
Bir defasında, teröristlerle yaşanan silahlı çatışma sonrası, sağ olarak yakalanan, küçük yaşlardaki bir erkek teröristin, sığınak, silah depoları ve mağara gibi, yer göstermesi için, helikopterle yapılan kısa bir uçuş esnasında, anlaşılamayan bir sebepten ötürü, cılız ve zayıf olan bu teröristi, bir çırpıda tuttuğu gibi, helikopterden aşağı attığını, arkasından da;
—"senin gibi kudurmuş piyonlarla mı, uğraşacağım piç kurusu,
—canın cehenneme" diyerekten, büyük bir sinir ve öfke içerisinde dünyanın küfrünü bastığını şeklindeki olayı da, devremden duymuştum.

Tahsin A. Komando Er:

Arkadaşımızın ölmesi moralimizi bozmuştu. Tabur komutanı operasyondan 3-4 gün sonra talimat verdi. Çatışmanın olduğu tepenin arkasındaki Tunceli’nin Çiçekli ilçesinde bir köye intikam operasyonuna gidilecekti. O anki psikolojiyle gözümüz hiçbir şey görmüyordu. Herkes büyük bir tedirginlikle hazırlandı. Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız şehit olmuştu. Yürüyen karınca bile olsa vuracaktık. Köye gittiğimizde yaklaşık 100-150 kişilik bir bölüktük. İki köy evini ateşe verdik. Evler yanmaya başladı. Daha sonra evleri ağır silahla vurduk. Lav, roketatar ve havan toplarıyla atış yaparak köyü yerle bir ettik. Ağır silahlarla köyü yıktık. Evlerden birinin içine girdim kimse yoktu, buzdolabını devirdim. Çok öfkeliydim. Sanırım operasyon yapılacağı haberi onlara gitmişti ve evleri boşaltmışlardı. Köyde kimse yoktu. Köyün yakıldığını gören köylüler daha sonra geldiler. Erkekleri toplayarak karakola götürdük. Sorguladık.

Kenan G. Komando Er Tim Komutanı Habercisi:


Batman-Kozluk ilçesi Halkis dağı bölgesindeki Meydan çeşmesi denen ve 3 çeşmenin bulunduğu bölgeye pusu attık, öğlen vakitlerine doğru pusumuza 10-12 kişilik bir terörist grubun 300 metre doğusunda yaklaştığını ve bir çukura girdiklerini gördük, bunun üzerine tim komutanımız, telsizle durumu üst bölgesindeki takım komutanımıza bildirdi, Takım komutanı ateş açmamızı ve beklememizi emretti, 10 dakika sonra, bir kişinin gruptan ayrılarak 40 metre kadar önümüzden geçerek çeşmeye doğru ilerlediğini gördük, çok geçmeden de çeşmenin başına gelen bu teröristin su içtiğini ve zaman zaman etrafı dinlediğini far ettik, büyük grubun gelmesi için yine ateş açmadık, 5 dakika kadar sonra, bir kişinin daha çeşmeye yaklaştığını gördük, anlaşılan grup harekete geçmişti ama fazla sürmeden, son gelen terörist aniden yere yattı, diğeri ise, kendisini bir kayanın arkasına attı. Pusumuz ortaya çıktığından, hemen bu iki teröriste ateş etmeye başladık, tim komutanı 30-40 metre önümüzdeki çeşmenin başında yere yatan teröristin üzerine el bombası fırlattı. Bu iki terörist ateşimize hemen çok kısa sürede karşılık vererek ateşe başladılar, grubun diğerleri ise, karşılık verdi. Çok geçmeden de silahlı çatışma sona erdi ve akabinde de aşağıya inerek ormanlık ve kayalıklarla kaplı çeşme çevresini kontrollü bir şekilde aradık ama boş kovan haricinde hiç bir şey bulamadık.

Asteğmen Oktay B. Tim Komutanı:

16 Temmuz 1993 gecesi, Eruh İlçesi Kuyucak mezrasında, içerisinde merkez komitesi grup liderinin de bulunulduğu bir grup teröristin toplanacağı bilgisi elde edildi. Bu çok önemli haber üzerine bir polis timi ve bölükten de, üç özel timle Doğanca 'da hazırlıklarımızı tamamlayarak, bölgeye operasyon için görevlendirildik. Özel harekâtçılarla birlikte buluşma gününe kadar mezra çevresinde aralıksız keşifler yaptık ve özellikle yanıltıcı keşfe önem vererek, köylülerin duyabileceği şekilde 'yalan söylemişler, buralarda terörist falan yok' diye bölgeyi terk ettiğimiz izlemini verdik. Bilahare buluşma gecesi köye gelen istikametleri kapatan ve gündüz keşfedilen pusu mevziilerine timlerimiz sızdırıldı. Bu faaliyetlerde bizi fark eden birkaç köylüyü de yanımıza alarak, geçici olarak göz altına aldık. Saat 21:00 sıralarında bir timimizin kurduğu pusuya altı kişinin yaklaşmakta olduğu görüldü. 50-60 metre mesafeden, ölüm bölgesine giren eşkıyaya ateş açıldı,  teröristlerde ellerindeki makineli tüfeklerle karşılık verdiler. Açılan ateş sonucu bu timimizce aralarında merkez komite grup liderinin de bulunduğu dört terörist imha edildi, tim komutanı Çankırılı astsubay Osman B. ise mevzii değiştirirken dizinden terörist ateşiyle hafif şekilde yaralandı.
 
   Merkez Komite Grup Liderinin Üzerinden Çıkan Fotoğraflardan Kareler
 

Astsubay Osman B. Tim Komutanı:

Seraf mezrasında bir kızın teröristlerce kaçırıldığı haberi üzerine timimle birlikte önceden belirlenen ve grupların bu mezraya gidiş ve gelişlerde devamlı aynı istikameti kullandığı tespit edilmesi üzerine mezrada yaşayan bazı devlet ve asker yanlısı köylülerle bu güzergah üzerindeki uygun bir kesime 19 Ocak 1993 gecesi pusu icra ettik. Tahminen beş eşkıya pusuya düşürüldü, açılan ateş sonucu iki eşkıya öldürüldü, diğer geri kalan teröristler ise, gece karanlığından faydalanarak, izlerini kaybettirmeyi başardılar, çatışma sonrası bölgede yapılan kısa bir aramada kaçırılan kızın bir ağaç kovuğunda saklandığı anlaşılmış ve beraberimizdeki amcasına bu kız sağ olarak o gece teslim edildi.

72/1 Tertip olarak, askerlik yapan Komando Er Ziya R. : 

"Araziye çıkan bir tim tarafından bulunan bazı gerilla cesetleri, tabura getirilirdi. Taburda, cesetlere işkence yapılırdı. Yerde sürüklenip, herkes fotoğraf çektirirdi. Tam bir insanlık dışı muamele söz konusuydu. Çevredeki askerler, adeta insanlıktan çıkmıştı. Ben başta dışarı çıkmak istemedim. Diğer bazı Kürt askerlerde öyleydi, kendilerini saklıyorlardı. Çünkü yapılanlar zorumuza gidiyordu. Ancak bazı ırkçı askerler, bizim Kürt olduğumuzu bildikleri için bahçeye çıkmamız için baskı yapıyordu. Bizde mecburen çıkıyorduk bahçeye. Bu ve benzeri vahşetlerden sonra gerilla cenazeleri gömülmek üzere köylülere verilirdi."
Şu anda Tuğgeneral olan ve 1993 Mayısında Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Namık B.'nın döneminde kendisinin askerlik yaptığı bölgede tam anlamıyla bir terör estirildiğini dile getiren Z.R, " Gözaltına alınan kişi, sağ çıkmazdı. Birisinden politik bir koku gelse o artık ölmüş demekti. Köylülere baskı yapılır, insanlar işkenceden geçirilirdi. Kaçırılıp, katledilirdi. Bu gayet normaldi o dönemde" diye konuştu.
Z.R, kendisinin de tanık olduğu bir anısını şu cümlelerle aktardı:" Bir gece taburda bir tim operasyona çıktı. Bu tim, iki rütbeli ve 10 askerden oluşuyordu. Bunlar tabur Komutanı Namık B.'nın koruma timiydi. O gece asker elbiseleriyle değil, gerilla kılığında gittiler. Hazırlık yaparken konuşmalarına tanık oldum. Birisinin sırtında sağlık çantası vardı ve üzerinde ay yıldız amblemi bulunuyordu. Rütbeli biri, 'Asker olduğunuz anlaşılmasın' diyerek, o ay yıldız ambleminin sökmelerini istedi. Nereye gittiklerini bilmiyorduk tabii. Ertesi gün duyuldu ki, Uludere ilçesine bağlı Gülyazı (Bêjuh) köyüne gece baskın yapıp, 4 köylüyü götürüp infaz etmişler. Bunlar Namık B.'nın onayıyla gittiler. Buna benzer bölgede bir sürü infaz yaşandı. Yine aslen Çorumlu Alevi bir asker arkadaşım yaşadığı bir anısını anlattı. Söylediğine göre, bunlar bir gece, Eruh'a bağlı Demirkapı köyüne baskın yapıyorlar. Şırnak Alay komutanı, bunlara "ne yapıp edip, bana kelle getireceksiniz" diyormuş. Bu tim de 4 köylünün ellerini ve ayaklarını bağlayıp üzerlerine el bombası atıp, öldürüyorlar. Ardından da telsiz ile '4 kelle getirdik' anonsu yapıyorlar. Bunlar benim bildiklerim ve duyduklarım. O arkadaşta oradaymış. Zoruna gidiyordu bende Kürt olduğum için bana anlatıyordu. Çünkü onu sürekli operasyona çıkarıyorlardı. Ben taburun içerisindeydim. Özellikle 1992 ile 1993 yılında o bölgede yaşananlar tam bir vahşetti. Kelimelerle anlatılmaz."

 
    Operasyonlarda Etkisiz Kılınan Teröristlerin Üzerinde Çıkan Fotoğraflardan Kareler
 
 
 
 
 
M U S T A F A B İ L G İ N
Ohal Bölgesinden Kareler
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol