"Dikkat Önemli"
'' O ğ u z 33 '' T i m i 90'lı Yıllarda Terörle Mücaadelenin İçerisinde Yer Almış, Dillere Destan '' O ğ u z 33 '' Timin Yaşadıklarını Anlatan Sitemize Hoş geldiniz, Sizleri Burada Tutabilmek İçin, Yapılması Gereken Her Şey Yapıldı, Umarım Kaldığınıza Değer...!!!>'' O ğ u z 33 '' T i m i
   
  ‘Oğuz33’ Timi
  ÇAYIRLI KÖYÜ
 
"buralarda birinin mutlu olması için,
 diğer birinin felaket yaşaması lazım"
 bir uzman çavuşun anıları

Çayırlı Köyündeki günlerim ve izlenimlerim:

            Örgüt tarafından kurtarılmış ve arındırılmış bölge olarak, ilan edilen zap vadisine, 1992 yılında düzenleyeceğimiz geniş çaplı askeri operasyon için, sınır köylerimizden olan, çayırlı köyündeki karakol bölgesini, üst bölgesi olarak kullandığımızdan, operasyon  hazırlıklarımızdan, bir yolunu ve bir fırsatını bulur, birkaç arkadaşımla birlikte, bu köye gider, buradaki köylülere misafir olurduk.
Kendim yörenin bir insanı, olduğumdan ve kürtçe dilini iyi konuştuğumdan, hiç çekinmeden ohal bölgesindeki, bir çok köye rahatlıkla girer, köylülerle içiçe olup aralarına karışa bilirdim, hatta kimi zaman böylesi köy yerlerinde, silahımı ve teçhizatımı, yastık başucuma koyar, yatıya dahi kalırdım, o derece rahatım.
            Çünkü kışa doğru açan bir çiçeğe, onlarda berfin (kardelen) diyordu bizlerde, ondan konuştuğumuz şivelerimiz farklıda olsa birbirimizi anlar güzel sohbetler ederek bu köylülerle konuşurduk.
Çayırlı köyü yaklaşık 70-80 haneli, sınırın sıfır noktasındaki, 49 no’lu sınır taşının dibinde konuşlu bulunan, oldukça kalabalık ve bir tek koruyucunun ile devlet adına bir dal çöpün dahi olmadığı, bir sınır köyüydü.
Geçimlerini hayvancılık ve Irak’ın kuzey kesimlerinde kalan mayınlı bölgedeki, avuç içi kadar, parça parça olmuş, zorluk derecesi bir hayli güç olan, engebeli bir arazide, tarım yaparak sağlarlardı.
Ayrıca köyün girişindeki yamaçlarında, karakol bulunmasına rağmen, sınır boylarında yaşamak, bir hayli güç ve zor olduğundan, köylerinde gencinden yaşlısına, bir çok tahta bacaklı insan bulunmasına rağmen, yine de, bile bile ölümü ve sakat kalmayı göze alarak, bir yolunu bulur, mayınlı tarlalardan sınırı geçerek arada;
—sigara, çay, şeker, kumaş, kına, araba lastiği ve
—mazot gibi, vs kaçakçılığını da yaparlardı.
S şeklinde, kıvrım kıvrım doğru dürüst bir yolu, bulunmamasına rağmen, evlerinin önünde bulunan, türlü türlü vasıtalardan anlardık ki, bu işten çokta para kazanıyorlardı.
 
                             Kaçağa çıkan insanlardan kareler
"dikkat!!! hudut mayını var,
çığlık atamadan parçalanırsın"
 
{1}
"makasın iki ağzı arasında kumaş misali gibi parçalanan,
 bu insanları hali ne olacak?"
Yol vermez dağların ardındaki, bu sınır boylarındaki köyler, genelde PKK kamplarına yakın yerlerde bulunduğundan, hatta sivil insanların, eli silahlı militanlardan, ayrılmasının neredeyse mümkün olmadığı kadar, iç içe yaşadıklarından, bir yerde örgütün, hayati öneme sahip lojistik desteği olan araç, gereç, erzak ve yük hayvanı gibi, ihtiyaçlarını bu sınır köylülerimizden karşıladıklarından, sürekli top ve tank atışlarıyla, bombardıman altında tutulmalarına rağmen, yine de, yaşamlarını ve ticaretlerini hiç aksatmadan, bir şekilde günlük hayatlarını sürdürürlerdi.
(bölgede özelliklede sınırlarımızda, kaçakçılık yöre insanların geçim kaynağı, bir yerde yaşamsal açıdan, vazgeçilmez hayatıdır, insan hiç;
—canından, yaşamından ve hayatından vazgeçmek ister mi?
Bu durum tüm zamanlarda, bölgede böyle olmuştur ve olmaya da tüm hızıyla ve bu şekliyle, devam edecektir. 
            Bu gibi kaçak durumların, bu şekilde bilinmesine rağmen, niçin diğer ülkelerle anlaşıp, Türkiye bu sınır ticaretine, kota dahilinde bir düzenleme getiremiyor?
Niçin bir yevmiye için, bu insanlar, ölüme terk ediliyor?
Niçin bir lokma ekmeğe muhtaç, sınır boylarındaki bu insanlar, kör ve topal olmaya, mecbur bırakılıyor?
Sınır kaçakçılığı nedir?
Devlete vergi vermemek değilimdir,
yani koca bir devlet, bir katır yükün, vergisini alsa ne olur, almasa ne olur?
           Bir yevmiyenin muhasebesini yaparak, katma değer vergisini alsa ne olur, almasa ne olur?
           Doğrusu bu ülkeleri, anlamak mümkün değil.
(bence) yaşamsal manada, yapılan bu sınır ticaretine, denetim altında bir kolaylık sağlanırsa, bölgede fakir fukara insan kalmaz ve bu tersi durum, sınırda üstlenmiş örgüt acısından, dezavantaj sağlayacağından en büyük darbeyi de bu yöre halkından almış olacaktır.)
  
                         
Çayırlı köyü ve kaçağa giden çocuk
"savaş ne kadar biçimsiz bir o kadarda yanlış olursa olsun,
 yöre halkı göğüs germesini biliyor"
 
{2}
"anne, bacı, yar barış ister baba barış,
 Türk Kürt bütün halklar barış ister"
Ben ile özellikle murat arkadaşım, köy yerinde çamurun ve pisliğin içerisindeki;
—burunları sümüklü, kırmızı yanaklı ve
—yüzleri soluk çocuklarla, kendi aramızda çeşitli oyunlar oynar, bil hasada küçük yaştaki, kız ve erkek çocuklarına birkaç kelimede olsa kendimizce Türkçe bir şeyler öğretirdik, birkaç deneme ile hemen öğrenirlerdi de.
            Çünkü kendileri istiyordu, maşallah cin gibi çocuklardı, bir yerde, hiç kimsenin gitmek istemediği, gözlerden ırak kör noktadaki bu köyde, bir nevi şark hizmeti ve gönüllü öğretmenlik, yapıyor gibiydik.
Kuzularına çobanlık yapan, 8-10 yaş arası, bazı küçük erkek çocuklarına arazide denk gelirdik, sohbetler sırasında, sorduğumuz sorulara, az çok yarım yamalak bozuk bir Türkçeyle;
—ben Tırki (Türkçe) biliyorum diyerekten,
sabırsızca hemen suallerimize yüksek sesle cevap verirlerdi;
—benim babam hayvanlık yapar,
—köy yerinde kolik (dana yavrusu) alır ve kolik satar diye,
insanı güldüren komik ve esprili durumlarda, arazide soğuktan yanakları al al olmuş, davarlarını güden küçük yaştaki çobanlarla, yapmış olduğumuz bu güzel ve bir o kadarda keyifli sohbetlerde, haliyle kendiliğinden ortaya çıkan durumlardı.
 

                                              Köy çocukları (Çukurca-Hakkari)
                                  
"buralarda savaş it ölüsü gibi,
 her şeye bulaşıyor"
 
{3}
lüm korkusundan ölmek,
 ölümlerin en beteri demek"
Tabii bunun yanında, insanın içini burkan durumlarda elbette ki, olabiliyordu.
           Örneğin; cezaevindeki ziyaretçi görüşlerinde, kürtçe dili yasak olduğundan, Türkçe dilini bilmediği halde, iki kelime Türkçe ezberleyip;
—"Allah yoktur, Peygamber izinde" yazılı duvar levhaları altında, oğlunu ziyarete giden gözyaşları içerisinde, görüş bitene kadar, tepesinde duran eli değnekli, asker yakalanmamak için, sürekli;
—"nasılsın oğlum, nasılsın oğlum" diyen, bir annenin, içler acısı durumları da, tabii ki türkçe bilinmediğinden, haliyle ortaya çıkabiliyordu.
adam bilmiyor, ne yapsın, ne etsin?
—bir türkçe ekmek diyor, aş diyor, oda aç kalmamak için.
(güç şartlar altında, okumama ve emek vermeme rağmen, benimde aksanım akıcı değildir köy çocuğuydum uğraştım ancak bu kadar düzeltebildim çünkü bana Türkçeyi öğreten, liseyi yeni bitirmiş, genç vekil bir öğretmendi.)
           Batıdan gelen çoğu askerler, ohaldeki tüm vatandaşları, potansiyel birer terörist olarak gördüklerinden, kürtleri pek tanımıyorlardı, tanımadıkları için de bir yerde, devletin hatasıyla hareket ediyorlardı, ondan arada kendini bilmez, sivilde bilinç altı etmiş düşünceleri olan, bazı askerler çıkardı;
—niye bu çocuklara" kumanya ve çikolatalarınızı veriyorsunuz?
—büyünce diğerleri gibi dağa çıkıp, garanti birer terörist olacak,
—bana yetki verilsin, yediden yetmişe alayını, cayır cayır yakarım,
—"yılanın başı küçükken ezilmeli"
diye cahil cahil ve boş boş konuşurlardı açıkçası kendim böyle şeylere kızıyor ve son derece üzülüyordum.
Sanki bilmezmiş gibi, terörün en önemli sebebinin, cehalet olduğunu, yokluk olduğunu ve en önemlisi ise, fakir fukaralık olduğunu. 
           Aslında bu askerimizin, özelliklede askeriyenin çöplüğünde, ekmek toplayan bu çocukların, bu ekmeği nasıl kemirdiklerine, şahit olduğunu biliyorduk.
 
                
Askeriyenin çöplüğündeki çocuklardan kareler
"biz kardeşliğimizi pekiştirelim,
 biz etle kemik gibi iççe girmişiz"
 
{4}
"bence hasımlığı bırakıp,
 hısımlığa bakmalıyız"
Çayırlı köy yerinde, onlarca okula gidecek, çocuk bulunmasına rağmen, okul olmadığından, bu çocukların hiç biri okuyamıyordu.
Kendi imkânlarıyla gidebilecekleri, köylerine en yakın okul yaklaşık, 15–20 km uzakta bulunan, Çukurca İlçesindeki okuldu.
(yıllarca bölge kırsalında, görev yapmış bir asker olarak, küçüklü büyüklü yüzlerce köy, birbirlerine yakın binlerce de, mezra yeri gördüm, hiç birinde dünya kadar, okul çağında çocuk bulunmasına, rağmen ve kişilikleri, yavaş yavaş yerine oturmaya başladığı, kritik bir dönem olmasına rağmen, birkaç okul haricinde, her hangi bir açık okula rastlamadım, bu hizmetlerin olmamasının sebebi ise, kimi çevrelerce;
—örgütün bölgede okul yakması, olarak gösteriliyordu.
Tanık olduğum bu okullar;
—ya kapıları çapraz tahtalarla birbirine çiviletilmiş kapalı okullardı
—ya da bölge yatılı okullarında, yüzlerce öğrenci ve onlarca öğretmenleriyle beraber evlerine gönderip, tüm eğitim öğretim dönemi boyunca bu okullarını, PKK örgütü ile mücadele etmek için, askeri birliklerince aylarca işgal etmiş olduğumuz okullardı.
Bir tek eğitim ve öğretime açık olan, normal okul gördüm, oda Siirt İli Pervari İlçesine bağlı, Doğan köyündeki bir ilkokuldu, eksik malzeme ve kıt imkânsızlıklarına rağmen, onlarca kızlı erkekli öğrencisi olan, bu okulun genç öğretmeni gündüz okulda, akşamda karakolda kalırdı, artık ne kadar, bu öğretmen karakolda yatar kalkar ve buralara ne kadar, dayanabilir bunu bilmek, hiçte zor olmasa gerek.
Özetle diğer yüzlerce, hatta binlerce köyde olduğu gibi, bu köyün çocukları da, diğer çocuklar gibi, cehalete yokluğa ve savsaklamaya, kurban verilmişti.
"buralara dalaşmadan savaşmadan ve ölmeden,
 barış gelmez mi?"
 
{5}
"kimdir elin maşalığını yapıp,
 ortalığı karıştıran bu vatanseverler?"
Terör belası yüzünden, adeta cehaletin pençesine bu sınır boyları bırakılarak, devlet eliyle yöre insanı kaderlerine, bir şekilde terk edilmiş, özelliklede çocuk yaştaki gençler, örgütün tuzaklarına düşerek, devletine düşman edilmiştir.
Belki de, kiminin evinde tek lokma ekmek bulunmuyordu, işsizdi, ne yapacağını bilemez haldeydi, üstüne üstlük devletin şef­katinden uzak kalmışlardı, bu türden bir yaşama katlanmak zorunda bulunan, çoğu çocuk yaşlarındaki gençler de, babaları gurbette olduklarından ve kendilerini, bulundukları hayata bağlayan, hiçbir neden bulamadıklarından, bölgede oynanan oyunlara kanarak; kendilerini dağlarda buluyorlardı.)
Köy yerindeki çocuklara, beraberimizde getirdiğimiz fazla kumanyalarımız, daha doğrusu, genelde askerlerimizce çöpe atılacak, istenmeyen kumanyaları ve bazı ezme türü yiyeceklerimizi, köy yerindeki, bu masum yüzlü, dünya tatlısı yanakları, al kırmızısı ve burunları, sümüklü çocuklara vererek, kendimizi onlara sevdirmesini bilirdik.
Yakın olurduk kendilerine, birlikte bazı oyunlar oynar, şarkılar söyler, beraberce toplu fotoğraflar dahi çektirirdik, bizleri severlerdi, her fırsatta da, elleriyle selamlarını çakarak, bu sevgilerini belli ettirirlerdi.
           Köy yerindeki bu çocuklardan birisinin babasıyla, yakinen tanıştık, kendisi açıktan olmasa da, tam bir asker ve tam bir devlet tarafıydı, hatta insanı mahcup edecek derecede, bir gece benle murat arkadaşımı misafir olarak, evlerinde yatıya davet etmişti. Muhabbeti bol güzel bir geceden sonra, sabahta asker deyimiyle kebap gibi, sıcak tandır ekmeği, pekmez ve köye özgü, peynir çeşitleriyle doğal tatlardan oluşan, çok güzel bir kahvaltı, ziyafeti yapmıştık.

        
Kaçak karşılığı aynı aile tarafından dağa gönderilen kardeşler
"bakmayın onların güldüklerine,
 fotoğrafı çeken asker abi demiş gülün diye"
 
{6}
"ülkemizin insanlarına yazık etmeyin,
 Türk Kürt diye bu insanları bölmeyin"
Konukseverliğiyle bizleri ağırlayan, bu güzel insanın ismi, Hüseyin’di, 30 yaşlarında falandı, belki de, köyün en fakirlerindendi.
—bir defasında apoculardan, (örgütten) evlerimize adamlarıyla haber salarlardı, köyünüzde düzmece bir cenaze olsun, taziye çadırı kurulsun, 20–25 kişi, üçer beşer şeklinde gelip, birkaç gün köy yerinde, barınacağız ve herkes belli miktarda erzak hazırlayacak, diye, köydeki adamlarına talimat verirlerdi.
—geldiklerinde de, bu apocular milislerinde, birkaç günlüğüne yatar kalkardı, ayrıca, yandaşları da evlerinin damında, nöbet tutarlardı.
—peki tüm bunları hiç biriniz, karakol komutanına bildirmez miydiniz? diye sorduğumda ise;
Hüseyin abi, aynen şöyle olaya devam etmişti;
—köyümüzdeki karakol bil hasada kış mevsimlerinde mt’ce kardan dolayı, köyde olan bitenden habersizdi, çünkü askerler dışardan gelebilecek, örgüt saldırıları için, hep kendi güvenliğini korumakla uğraşılardı,
—sadece arada, havanın güzel olduğu yaz aylarında, yetiştirmiş olduğumuz sebze ve meyvelerden, faydalanmak için, köyümüze uğrarlardı, onun haricinde de, bizimle pek ilgilenmezlerdi,
—koruyuculuğu ise, örgütün dayatmaları ve baskılarıyla kabul etmediğimizi, kabul edip örgüte karşı silahlandığımız takdirde, hedef durumuna düşüp, apocularla aramızda yıllar sürecek, bir kan davası başlayacak ve çeteci köy, durumuna düşecektik,
—bu korkularımızdan ve bu endişelerimizden dolayı, diğer köylerde yaşayanlar gibi, bizlerde silahlanıp örgüte karşı, bu koruyuculuk sistemini, kabul etmedik ve apocuların, istekleri doğrultusunda onlara, hizmet ettik diye, belirtiyordu Hüseyin abi.
"yalan yanlış ne varsa Ankara’da oluyor,
sonrada iş gelip Diyarbakır’da bozuluyor"
 
{7}

Sıradaki Konu Başlığını Okumak için

Ya da anasayfaya Dönmek için lütfen tıklayınız...

 
 
 
 
M U S T A F A B İ L G İ N
Ohal Bölgesinden Kareler
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol