"Dikkat Önemli"
'' O ğ u z 33 '' T i m i 90'lı Yıllarda Terörle Mücaadelenin İçerisinde Yer Almış, Dillere Destan '' O ğ u z 33 '' Timin Yaşadıklarını Anlatan Sitemize Hoş geldiniz, Sizleri Burada Tutabilmek İçin, Yapılması Gereken Her Şey Yapıldı, Umarım Kaldığınıza Değer...!!!>'' O ğ u z 33 '' T i m i
   
  ‘Oğuz33’ Timi
  AĞIR KIŞ KOŞULLARI
 
"aşan bilir,
 zalim ve hırçın bir dağın ardını"
bir uzman çavuşun anıları
 
Ağır kış koşulları altındaki
askeri operasyonumuz:
 
            Bingöl-Genç İlçesi kırsalında, domuz ormanları diye bilinen güç ve çetin bölgede, dondurucu soğuklarla geçen bir kış günü, Şeymus diye bir terörist, biz askerlere telsiz vasıtasıyla, cephe savaşı yapmamız için;
—"yüreğiniz yetiyorsa girersiniz"
diye, belirtmiş olduğu meydan okunan bölge, tüm zamanlarda güvenlik birimlerince kirli sayıldığından, anılan bu kritik bölgeye, maceracılığı çok seven, Binbaşı İbrahim Ç. Komutasında, kar kamuflaj kıyafetlerimizle, bir askeri operasyon icra ettik.
(Bingöl İli kırsalına yapılan operasyonda, 200 kişiden oluşan, kalabalık bir grubunu, çember içerisine aldığını ve halen eksi 15-20 derece dolaylarındaki, çetin kış koşullarına rağmen, yer yer silahlı çatışmaların, bölgede devam ettiği şeklindeki haberi, küçük el radyomdan dinlemiştim.)
Ama mevsim itibariyle, havaların son derece soğuk olması, metrelerce karın ve aşırı tipinin olmasından ötürü, söz konusu bölgeye, doğabilecek olası bir faciaya, mahal vermemek için, yolun yarısından dönerek, bu operasyondan geri çekilmek, mecburiyetinde kaldık.
Dönüş yolunda tipiye yakalandığımızdan, taburca çok tehlikeli anlar yaşadık, ayaklarımızda kar edikleri bulunmasına rağmen, 100 mt’lik bir mesafeyi, ancak 2-3 saat gibi, zorlu bir intikalle alabiliyorduk.
İt dondurucu soğuktan, sanki bir yerde kanımız çekiliyor ve donuyordu, suratımıza sürekli jilet gibi, çarpan büyük keskin kar taneciklerinden dolayı, adeta yüzlerimiz maymunun kıçına dönmüştü.
Dönüş yolunda yakalandığımız, amansız fırtına ve amansız, deli tipiden dolayı, ellerimiz ve ayaklarımız uyuştuklarından, soğuktan nefes alışlarımız, zorlaşmış ve bir yerde, sanki boğulacak gibi olmuştuk.
 
                                   
Ağır kış şartlarından kareler
"herkesin arzusu çatışma olmasın, insan ölmesin,
ama bu arzu arzulandığı gibi arzulanmıyor niçinse" 
 
{1}

"karda donmak üzeresin uyku tatlı geliyor,
 sen ölmüşsün farkında değilsin"
Öyle bir kötü gidişin içerisindeydi ki, karın içerisine basabileceğimiz, sert bir yer olmadığından, bir yerde belimize kadar, kara batmadan tek adım dahi atamıyorduk, bunun sonucunda da, intikalimiz zorlaştığından ve hava git gide kötüleştiğinden, sanki üzerimizde dolaşan kara bulutlar, en ufak bir umut belirtisine izin vermemecesine, sinirlerimizi gerdiğinden ve bedenlerimizi bitkin düşürdüğünden, uyku denilen şey, bir an olsun, insanın aklından çıkmıyordu.
Öyle ki, ellerimiz, ayaklarımız ve yüzümüz soğuktan, kıpkırmızı olduğundan, tüm vücudumuz adeta alev gibi yandığından, parmaklarımız tutmuyor ve kumanyalarımızı dahi açamıyorduk, dolayısıyla o gün bu zorlu dönüş
yolumuzda, mt’lerce karın içerisinde kala kalmış, taburca sefil perişan, bir halede ve bir başımıza, ortada kalmıştık.
Hatta bir ara, bazı arkadaşlarım gibi, kendimde o gün, o tipide çömeldiğim karlar içerisinde, kısa bir süreliğine, ani bir baygınlık, geçirdim ve bu baygınlıkla beraber, tüm vücudum, adeta alev alev yanmaya başladı, o yanmadan sonra; olduğum yere sızmışım.
Ayaklarım, ellerim ve yüzüm aniden gelen bu baygınlık sırasında, sanki bir yerde, kavrularak yanmıştı, buna;
—"kar uykusu"
deniyordu, bu kar uykusunda, birde kötü rüyada görmüştüm ama bu korkunç ve kâbus dolu, bir rüyaydı;
(çatışma alanında, teröristler beni esir aldıklarından, tetik çeken tüm parmaklarımı bıçakla kesip, bir naylon torbası içerisine koyuyorlardı, uyandığımda ise, bir an için, sanki aklımı kaçıracak gibi olmuştum, adeta şaşkın şaşkın düşünemez olmuştum, zira gerçekten bıçakla tek tek kesilmiş gibi, hiç bir parmağımı bedenimde hissetmiyordum, kâbus dolu o rüyayı ve o rüya esnasında, yaşadıklarımı asla unutmadım.)
 
                                      
Operasyonlardan kareler
"anne evladını, 20 yaşında,
bir kurşuna hedef olsun diye, doğurmuyor"   
 
{2}

"bu dağlar dumanlı ve puslu,
 sevdiklerimden ayrıyım yüreğim yaslı"
Tüm taburumuz, dönüş yolunda tipiden, kar fırtınası ve aşırı soğuklardan dolayı, bir yerde etrafı dağlarla çevrili, çıkışı olmayan çanak gibi bölgede; donma ve çığ tehlikesi ile adeta karşı karşıyaydı.
Tipi ve fırtına, hala olağanca hızıyla, dönüş yolumuzda devam ettiğinden, tabur komutanımız, defalarca üst bölgesinden;
yalvarmalarla, 
           —yakarmalarla ve 
           —hakaret dolu küfürlerle,
imdat imdat diye,
yardım istemesine rağmen, tipiden soğuktan ve kötü hava muhalefetinden ötürü, her defasında, bu yardım çığlıkları ve yürek burkan, bu imdat çağrıları, karşılıksız kalıyordu.
Bir yerde bu kar kütlesi içerisinde, adeta koca tabur, kaderine terk ediliyordu, bir bir beyazlara, gömülmek ve bir hiç uğruna, ölmek için.
Burada kış çok çetin ve çok zordur, kar 2-3 mt’den fazla, bazen bu akıl almaz beyazlığın, hepimizi tamamen yutacağı, hissine kapılıyorsun.
Dağlar kar denizinin, dev dalgaları gibi, çok büyükler, ürkütücü görünüyorlar, insan onların eteklerinde, kendini çok savunmasız ve çok çaresiz hissediyor, bir toz zerresi gibi, yanlarında küçücük kalıyorsun.
Her zor şartta bile, insanın içindeki birazcık umut parçası, yaşamasını sağlıyorsa da, bu uçsuz bucaksız akıl almaz kar beyazlığın içerisinde, o azıcık, umuttan bir kırıntı, bir eser dahi, kimi zaman kalmıyordu.
O sonsuzluğa uzanmış, ölümcül beyazlığın içerisinde, bir umut bekliyorduk, küçücük bir mucizenin gerçekleşmesini, Allahtan diliyor ve umut ediyorduk, tabiri caizse, ikinci bir Kars-Sarıkamış, faciasının o an için, yaşanması belki de, içten bile değildi, hepimiz büyük bir korku, dayanılmaz bir acı ve bitmek bilmeyen, ürpertici bir endişe yaşıyorduk, ölümün kol gezdiği, bu beyazlığın içerisinde.
 
                   
Sarıkamış Şehitlerimizi rahmetle anıyorum
"vasiyetimdir mezar taşıma şehit yazın,
 bir de başucuma Türk bayrağı koyun yeter"  
 
{3}

"y
etmiyor mu?
 bu savaşın bitmesi için, verilen bedeller"
(tabii burada içerisinde bulunduğumuz, bu amansız ve bu güç durumlarımızı, Allahuekber dağlarında, sebepsiz yere ve bir tek kurşun dahi, düşmanın alçak bedenine saplamadan, hazin bir şekilde, bir bir ayakta donarak, beyazlıklar içerisinde, yan yana ve üst üste şehit düşmüş on binlerle ifade edilen, askerlerimize, atalarımıza ve kahraman dedelerimize, kıyaslamaktan ziyade, onları tekrardan, yâd etmek ve tekrardan, onların ruhuna fatiha göndermek için, konuyu burada açmış bulunuyorum.
Bu vesileyle; Sarıkamış şehitlerimizin ruhları şad ve aziz olsun.)
Böylesi kritik durumlarımızda ve böylesine, hesapsız kitapsızca çıkılan operasyonlarımızda, nerede olursak olalım, nerede durursak duralım, kimi zaman bir dağ başında, ilk düşmanımız bazen, PKK’lı teröristler değil, tabiat ananın beraberinde getirdiği, doğa olayları olurdu.
O an için, bulunduğumuz domuz ormanlarındaki, ürkütücü vadi tabanında, bir kaya parçasının yuvarlanması ya da, herhangi bir hayvanın yer değiştirmek için, aniden önümüzden, zıplayıp sıçraması veya askerin kazara ile silahının tetiğine dokunup, bir kurşunun havada, patlatması sonucu, çığın o an için, tepelerden sökülerek dalga dalga şeklinde, kanatlanıp uçarcasına, gümbür gümbür aşağı inmesi, içten bile değildi.
Bu kar yaylasında ki, tonlarca beyazlığın altında kalarak, bu akıl almaz ürkütücü beyazlığa, feryat figan içerisinde ve derin vadilere, yan yana, kaybolurcasına gömülmeniz, içten bile değildi, çünkü o an için, kaybolduğunuzdan artık kimsecikler yardımınıza koşarak sizi kurtaramaz tonlarca karın altında, bir başınıza kalır gidersiniz.
            Bakmayın karın öyle, gevrek gevrek ve öyle puflu, yumuşak lapa lapa yağdığına, bir dağın çöküşü şeklinde, çığ olarak yerinde sökülüp, paldır küldür aşağılara geldiğinde, sesi dahi, insanın feleğinin şaşırtmasına, yeterde artarda.
 
                             
Operasyon bölgesinden kareler
"ana kucağı dururken
kim ister bu dağ başlarındaki mevziilerde yatmayı ve kalmayı" 
 
{4}

"
bu savaş isteyenlerin,
 barış istemeyenlerin bir annesi yok mu?"
Acımasızlığını, gittikçe artıran ve tüm haşmetiyle, bulunduğumuz bölgede ortaya koyan, kar fırtınası ve tipide, uçsuz bucaksız bembeyaz bir doğada, karlara batıp batıp, çıkmaktan perişan olduğumuz bir anda, hemen iki adım kadar önümde, yürümeye çalışan ve karlar içerisinde, başını kendisine doğru eğmiş, yüzü adeta ateş kırmızısına, kesilmiş ve güçlükle, açık tutmaya çalıştığı, gözleri çepeçevre kar yanığı olmuş, bir askerimizin aman vermeyen, bu doğa yürüyüşümüz sırasında, ikide bir sendeleyerek, karların içerisine kapaklanıyordu, tekrardan kalkmaya çalışıyor ama her kalkışında, yeniden aynı yere düşüyordu.
Üstü-başı kar içinde olan, bu arkadaşımız, biraz kendisini toparlasın, alev alev yanan, acılar içerisindeki vücuduna, biraz kuvvet gelsin ve içi, birazcık rahat etsin diye, kendisine;
az daha dayan toprağım, sık dişini, biraz daha sabret aslanım,
              Köprülü’de ve Servi’de olduğu gibi, buralardan da kurtulacağız,
             İntikal boyunca, hiç konuşmayan, güçsüz huzursuz ve tedirgin olan, bu askerimiz, çok geçmeden yığıldığı yerden güçlükle de olsa, bana bakan boş gözlerle ve soğuktan, titreyen güçsüz ve titrekli bir sesle;
çok üşüyorum, donarak ölmekten korkuyorum,
            —içim üşüyor,
            ellerim ayaklarım ve hiçbir yerim, artık tutmaz oldu,
            —tükendim, bittim, artık tek adım yürüyemiyorum, 
            —sen beni geç, başımın çaresine bakarım,
 —sen ne diyorsun öyle?
 —üşüyorsan, buna sevinmelisin,
            —demek ki, hala kuvvetin yerinde,
            sakın ısındığını sanma koçum,
            —böyle bir sıcaklığın, hayalini dahi kurma,
            kendini toparlamalısın ve 
           —elinden gelenin, daha fazlasını yapmalısın,
            —yoksa donarak ölürsün,
            —sakın güvenini ve umudunu yitirme?
 —aksi bir durumda yürüyemezsin?
            —olduğun yerde çakılır kalırsın.
 
                             
Operasyon bölgesinden kareler
"hiç şehidinizle kardeşinizle,
 aynı mezara gömüldünüz mü?" 
 
{5}

"ölmek yok,
 dönmek var"
Acılar içerisindeki, bir yerde kırılma noktası, eşiğine gelen tükenmiş, umutsuz ve her şeyden, vazgeçmiş gibi, bulunduğu yere bir başına, yığılan ve tek adım atamayacak kadar, mecali dahi, kalmayan bu Mehmetçiğimize, kendim ayak paçalarım içerisinde kullandığım, iri kum tanesi haline gelmiş, bir avuç kireç taşının, sürtünmesi ile oluşan, ısınma torbası şeklindeki, cep sobalarımdan birini, hemen aceleyle çıkartıp, göğüs kafesine fazladan, koymasına yardımcı olduktan sonra;
—hadi aslanım, biraz daha gayret, sevdiklerini düşün?
biraz peksimet yemeye çalış, kendine gelirsin,
           —az bir yolumuz kaldı,
           —şu kayalıkları dönünce, karakolun ışıkları görünecektir,
(bir ara gözüm, bahsettiğim kayalığa takılıp durdu ama biz gittikçe, kayalıkta sanki bizden uzaklaşıyordu, aslında askerimize tarif ettiğim, o kayalığın ardında, ne olduğunu hiçbirimiz bilemiyorduk, belki de, gerçekten bizi hayata bağlayacak, karakolun ışıkları olacaktı, ya da, karşımıza yine, aşılması güç olan, başka bir kayalık veya başka bir karlı, dağ olacaktı.)
Göğsüne fazladan yerleştirmiş olduğu, cep sobanın da tesiriyle, bu aslan parçası erimiz, kendine gelir gelmez, zorlukla çıkarıp ağzına götürebildiği, avucundaki ufalmış peksimet kırıntılarını, yemeye başladı.
Fırtına ve tipi altındaki puslu patikamızdan, taburumuzun öncü birlikleri ve beraberimizdeki koruyucular, tekrardan ağır ağır ve sessiz sessiz yürüyüşe devam etmesiyle, bizlerde karmakarışık, duygular içinde ve katlanılması zor acılarla, yüreğimizde taşıdığımız ve kutsal saydığımız ve bu dağlarda, adeta tek yaşam kaynağımız olan, sevdiklerimizin değerlerinin bedenlerimize vermiş olduğu bir güçle hadi;
"yallah bismillah"
çekerek, yeniden karları yararak, beyazlıklar içerisindeki yolumuza, koyulmaya başladık.
 
                                   
Dönüş yolundan kareler
"ölüm korkusunu yenemeyen,
 bu dağlarda ölür"
 
{6}

"dağlarda bir yaprağın hışırtısı,
 beraberinde ölüm getirir"
Çok geçmeden de, gerimizde bir gümbürtü koptu, akabinde de, bir çıtırtı ve patırtı oldu, tüm bunları birtakım değişik, ıslık sesleri gibi tuhaf gıcırtılar, izledikten sonra, kamaşan gözlerimizle, bu tuhaf çıtırtılara, bir anlam verebilmemiz için, sesin geldiği tarafa, doğru bakmaya çalıştık.
O an, dumanı göğe kadar yükselen, bembeyaz taneciklerle dolu, koca bir toz bulutunun ve koca, bir kar kütlesinin, dalga dalga olduğu mahşer yerini, çaresizlik içerisinde, ürperircesine izledik ve ardından da, beraberimizdeki koruyucu şeyhmus dayının sesiyle, gerimizde neler olduğunu, bu gürültü ve bu patırtının, ne olduğunu anlamaya çalıştık;
—indi mübarek
diye,
ellerini beline koyarak, şeyhmus dayı, kendi kendine homurdanmaya başladı.
            Çığ inmişti arkamıza, hem de öyle bir inmişti ki, adeta kıyameti koparmıştı, adeta gökyüzünün rengini değiştirmişti.
Allaha "şükür olsun" diye, dua etmeye başladık,
hareket etmekte biraz daha, ağır kalmış olsaydık; yiyebilirdi bizim de, başımızı diye.
Arkamız bu patırtı ve bu gürültü ile kapanmış oldu, bu kesin olan bir şeydi, şimdi tekrardan, dua edelim de, arkamızdaki bu kar kütlesinin aynısı, önümüzde bir yerlere de, düşmüş olmasın, zira iki çığ arasında kalırsak, işte o zaman, bu vadi tabanında; garanti geberir gideriz.
Üstümüze düşmüş ya da düşmemiş artık çokta fark etmez bela hem giriş, hem de çıkış kapısında olduğundan, ne ileri gidebilirsin, ne de geri.
Tüm haşmetini ve tüm dehşetini, gittikçe artırarak büsbütün çoğaltan, bu çığ kasırgası, bu çığ felaketi, dağların zirvesinden ve uçurumlarından, büyük bir gürültü, ürkütücü bir patırtı ve korkunç bir çatırtıyla gelip, arkamızda bıraktığımız vadiye doğru, kızılca kıyamet gümbür gümbür, son sürat inerken, ulaştığı yerleri bir mahşer yerine ve bir kıyamet gününe çevirdiği yetmiyormuş gibi, adeta toptan silip süpürüyordu.

                                 
Şehmuz dayı ve çocukları
"ölüm korkusu,
ölüm acısından da beterdir"
 
{7}

"bu dağlarda zorluk var, açlık var, soğuk var, ölüm var,
 bunların içinde ne işimiz var"
Nereden ortaya çıktığı, beraberinde neleri yıkıp alıp gideceği, yumuşayıp yumuşamayacağı, asla belli olmayan, bu felaketin, alt yanı bir kar fırtınası gibi, büyük öfkeyle, her tarafa saldırıyordu.
Sağdan inerken, soldan vuruyordu, önündeki her şeyi, yutarcasına ve altında alırcasına bitiriyordu, karları dipten kaldırıp, göğe yukarı doğru, toz bulutu şeklinde savuruyordu, gözün gözü görmesine olanak dahi bırakmıyordu.
Koruyucu şeyhmus dayının, mübarek iniyor dediği çığ bir şeylere isyan edercesine, azdıkça azıyor ve kudurdukça kuduruyordu.
Ayak basılacak, yol-iz yeri bırakmıyordu, kim nereye, ne nereye sığınmış ve soluklamak için, barınıp ve korunmak için, daldasına girmişse, acımasızca kökünden söküp, atmaktan başka bir şey yapmıyordu.
İçiçe geçmiş tüm koca dağları geçerek, başı çeken bu kar fırtınasından köşe bucak kaçan, dağ keçilerini görüyorduk, belki yüzlercesi, tonlarca ağırlığındaki bu kar kütlesine dayanamayarak, çaresizce açlıktan beyazlıklar
içerisinde gömülmüşlerdi.
Hemen yanı başımızdaki yamaçta, gözlerini masumca bizlere dikmiş, uzun boynuzlu, başka bir dağ keçisini, daha gördük, öylesine çaresiz ve öylesine masumdu ki;
sanki bizi görünce ağlıyordu?
böylesi bir manzara karşısında;
insanın içinin cız etmemesi, mümkün değildi.
Oysaki bu atak dağ keçileri, normalde gözlerden uzak dururlardı, tehlikeyi ve avcıyı gördükleri an, hemen harekete geçerlerdi ama yamacımızdaki bu keçi, öyle yapmamıştı, bizi görünce durdu, kaçmadı ve ürkmedi, tam tersi gözlerini bizlerden, hiç ayırmadı.
 
                                                  
Dağ keçileri
"büyük bir amaç uğruna ölmek,
 her zaman yaşamaktır"
 
{8}
 
"yüreğimde isimsiz bir kahraman,
 şeyhmus dayı"
Dağ keçisinin bu masum ve bu çaresiz hali, Genç İlçesinin Selvi köyünden olan, rehberimiz koruyucu şeyhmus dayının da, içini bir hayli cızlat mış olmalı ki, daha fazla dayanamayarak, adeta canını tehlikeye, atarcasına ve beline kadar karlara gömülürcesine, lastik ayakkabılarıyla keçinin bulunduğu yamaca doğru, zikzaklar çizercesine kıvrıla kıvrıla çıkmaya başladı, sırt çantasında taşıdığı, tandır ekmeğinin yarısını, aceleyle bölüp hayvana uzatarak, bunu başardı da.
            
Fırtınanın dinmesiyle ve her şeyi yutarcasına adeta beyazlıklara bürünmüş dev canavarın gitmesiyle beraber, kendimizi bir yamacın daldasına, attığımız ve taş misali gibi, kesildiğimiz korunaklı yerlerden çıkarak, bu doğa yürüyüşümüze tekrardan ağır ve ürkek adımlarla devam ettik.
İntikalimiz esnasında, gökten yere doğru, beyaz bir hışım gibi, durmaksızın kar yağmaktaydı, yürüyebilmek için ve fazladan bir tek adım atabilmek için, büyük bir çaba harcıyorduk ve olası bir felaketi, yaşamamak için, birbirimize sokulurcasına, çıtımızı dahi çıkarmamaya çalışıyorduk, zira tehlike hala geçmemiş ve tehlike hala kapımızda duruyordu.
Tutunmaya çalıştığımız kar fırtınası altında, imkânsız denilen yaşama dair, bir mucizenin ve bir umudun gerçekleşmesi için, soğuktan kitlenmiş olan, dişlerimizi güçlükle açar;
           —kimimiz dudaklarımızla ve sessizce, 
           —kimimizde açıktan bildiğimiz dualara yönelirdik,
dolayısıyla intikal boyunca
çok dua ettik, elimizden gelen başkada bir şey yoktu, o an dua etmekten ve yara’dana, gözyaşları içerisinde, yalvarmaktan başka.

                       
Kış operasyonlarından kareler (Genç/Bingöl)
"yiğitlere değil,
 korkaklara yaraşır feleğin sillesi"
 
{9}

"öyle ya, vakit geç oldu,
 artık gitmek lazım"
Neticede çevredeki jandarma karakolun ve beraberimizdeki koruyucuların, civardaki köylere haber ulaştırmasıyla, omuzlarındaki kürekleriyle, dirgenleriyle ve tüm imkânlarıyla, büyük bir özveri içerisinde, tonlarca kar kütlesiyle oluşabilecek, çığ altında kalmayı göze alırcasına;
            —tıpkı karla mücadele eden, muazzam profesyonel ekipler gibi,
yolumuzu üç-beş saatlik, insanı aşan bir gayretle, temizlemesi sonucu ve teröristler tarafından, saldırıya uğrayıp, bir vagonu kurşunlarla, darbelenmesine rağmen, yoluna durmaksızın devam eden, kahraman makinistlerimizin, üstün gayretleriyle, gecenin bir yarısında, gübre yüklü bu yük trenine binerek, beyaz kâbus dolu tufanı ve bu ölümüne tehlikeyi;
—büyük bir felakete ve beyazlıklar içerisindeki,
           —büyük ölümlere dönüşmeden, bu unutulmaz doğa olayını atlatmıştık.
Bir yerde, maceracılığı çok seven binbaşımızın, bitmek bilmeyen heyecanına, taburca yenik düşmüş, olası yaşanacak bir çığ felaketi sonrası, ölümlerden dönerek, adeta tar mar olurcasına, imanımız gevremişti, çünkü bizleri, kurtarmaya gelen civardaki köylüler, yirmi yıldır; böylesine bir kar ve böylesine, bir tipi buralarda, görmediklerini söylüyorlardı.
(o günün üzerinden, çok zaman geçmesine rağmen, bugün bile;
—ne zaman bir yerlere, bir karış kar yağsa ve
           —ne zaman bir yerlere, çığ düşse, o beter dolu günleri, hep hatırlarım, 
           —canlanır o korku ve ıstırap, dolu çetin günlerim,
           gözlerim kendiliğinden uzaklara dalar,
           —bedenimi bir kar uykusu, sarar ve
           yaşadığımız, kâbus dolu o gerçekleri,
           —tekrardan bir bir hatırlar ve 
           —gizliden gizliye; bu beyaz ölümlere, ağlarım.)
            (Ayrıca; bu zorlu operasyonumuz esnasında, daldasına sığınmaya çalıştığım, bir kaya parçası dibinde, radyomun frekansını tararken, Türkiye’nin sarsıcı cinayetlerinden bir olan, Uğur MUMCU’nun, 24 Ocak 1993 tarihinde, öldürüldüğü haberini acı içerisinde almıştık, anlaşılan karanlık güçlerince bu yürekli insanın kalemi kırılarak, bir suikast sonucu susturulmuştu.
            "vurulduk ey halkım, unutma bizi"
diyen, bu idealist vatansever Kubilay’ı, asla unutmayacağım, bu çalışma aracılığıyla, onu rahmetle anıyorum…)
  
                  
Uğur Mumcu (D:Kırşehir-1942 Ö:Ankara-1993
"herkesin korktuğu ölüm,
 bu dağlarda, öylesine çok ki"
 
{10}

Sıradaki Konu Başlığını Okumak için

Ya da anasayfaya Dönmek için lütfen tıklayınız...

 
 
 
 
M U S T A F A B İ L G İ N
Ohal Bölgesinden Kareler
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol