"Dikkat Önemli"
'' O ğ u z 33 '' T i m i 90'lı Yıllarda Terörle Mücaadelenin İçerisinde Yer Almış, Dillere Destan '' O ğ u z 33 '' Timin Yaşadıklarını Anlatan Sitemize Hoş geldiniz, Sizleri Burada Tutabilmek İçin, Yapılması Gereken Her Şey Yapıldı, Umarım Kaldığınıza Değer...!!!>'' O ğ u z 33 '' T i m i
   
  ‘Oğuz33’ Timi
  ÖĞRETMEN TERÖRİST
 
"bu vatanın bir parmak toprağında,
 gözü olanın, o gözü çıksın"  
bir uzman çavuşun anıları

Silahlı çatışmada kendiliğinden teslim olan,
öğretmen teröristin, çarpıcı hayat hikâyesi:
 
            1992 yılında, sınır ötesine düzenlenen, askeri operasyonumuz sırasında, bir grup PKK teröristlerince kısa bir süreliğine ve bir oldu bitiyle, yaşanan silahlı çatışma sonrasında, sınırlarımız dışında ilk ve tek canlı olarak, bizlere kendiliğinden teslim olan ve günlerce kaldığımız mevziilerimizde, bizimle birlikte kalan, bu esir teröriste, uçan komando tekmeler savurmadan, ellerini ayaklarını bağlamadan, çay ve tütün sefası içerisinde bir güven ortamı oluşturduktan sonra, tıpkı bir sohbet havasında bana anlatmış olduğu, detaylı ve insanı hayretler içerisinde bıraktıran, ürpertici ve çok ilginç hayat hikâyesini, kendi bakış açısıyla, şöyle anlatmıştı;
           —aslen Diyarbakır İli Hani İlçesi A. köyündeydim, ilçemizde lise bulunmadığından, yanıp tutuşan okuma azmimden ve öğretmen olma hayalimden ötürü, Diyarbakır’da bir tepenin yamacındaki, zar zor ayakta duran, derme çatma şeklindeki, ablamın gecekondu evinde kalıyordum.  
—yağmur çamur demeden, şafak vaktinde dağları aşıp, her gün km’lerce yol yürüyordum, sırf okumak ve öğrenmek için.  
—çünkü öğretmen olmayı çok istiyordum, bununla birlikte okulu seviyordum ama annem, babam ve yedi kardeşim köyde yaşıyorlardı,  
—bizim köy oldukça büyük bir köydü, ilkokulluda burada bitirdim, köy yerinde paramız olmamasına rağmen, durumumuz iyiydi, yüzlerce dönüm ekilir biçilir kıymetli, arazimiz ve beslediğimiz onlarca büyük küçükbaş hayvanımız ile, iki katlı ve çok odalı büyük bir evimiz vardı.  
—sonra gün geldi kürt sorununa bağlı olarak, (apocularla) askerler arasında, yoğun silahlı çatışmaların yaşandığı yıllar baş gösterdi.  
"barışın getireceği güzellikleri görmek için,
yapman gereken ovaya inmek"
 
{1}
 
"kandırılıp canlarından olanlardan, geride kalan acı çığlıklarına,
 hiç şahit oldunuz mu?" 
"silahlı çetelere ve örgüte karşı, bir an önce köy koruyuculuğu kabul edip, hepiniz örgüte ve işbirlikçilerine karşı birleşip savaşmak ve bu mücadelede güvenlik kuvvetlerine yardımcı olmak için silahlanacaksınız dediler." 
—yalanda değil, bizim köye apocular sürekli gelirdi, bunu devlette, yöre halkı da, çok iyi biliyordu, dolayısıyla devlet bizim köyü, büyük bir gayret ve sonu gelmez dayatmalarla, koruculaştırmak istiyordu. 
Ancak bu gayeleri ve bu dayatmaları, köyde yaşayan insanlar tarafından kabul görmemişti, zira gelip gidenler, birbirilerine akrabaydı. 
—koruyucu olmadık, devletin bize etmediği hakareti kalmadı, koruyucu olduk bu defa, örgüt saflarına çekmek için, anamıza avradımıza sövdü saydı, hiçbir şeyimizi bırakmadı, öyle ki, artık köyümüz her iki tarafında, kanlısı ve bir yerde düşmanı olmuştu. 
köyümüzde artık hiç bir şey düzgün gitmiyordu, her an bir tehlike ve bir felaketle ile iç içeydik, yaşamı adeta bizlere zehir eden tüm bu olan, bitenlerden ve tüm bu çatışmalardan sonra, her iki tarafı da, dinlemediğimizden tüm namlular üzerimize çevrilerek, iki ateş arasında, ne yapacağımızı ve hangi tarafa yanaşacağımızı bilemeden, bir başımıza ortada kalmıştık, biz köyde yaşamak istiyorduk ama artık, yarına sağ çıkıp çıkmayacağı, garantisi olmayan bir köy yeri olmuştuk. 
—neticede, askerlerin ve komşu köyümüzdeki koruyucu başı olan aşiret ağasının, tüm dayatmaları ve tüm zorlamalarıyla istenilen bu koruyuculuğu, kabul etmediğimizden, bir sabah erkenden, köyümüze güvenlik güçlerince baskın verildi ve hepimizi köy meydanında toplayarak, derhal köyü terk edeceksiniz, daha güvenli yerlere gitmek için, bir an önce, pırınızı pırtınızı toplayıp, buralardan defolup gideceksiniz. 
abim nereye gideceğiz, bu külfeti nasıl doyuracağız? dediyse de,  
"bu zalim dağlarda,
içinde acı olmayan tek gecemiz yok"
 
{2}
  
"çocuk da ol sakadın da olsa güvenlik güçlerimiz gerekeni yapar diyenleri,
 vatan haini ilan etmek gerekir" 
—nereye giderseniz gidin, biz anlamayız deyip,
askerler köyümüzden ayrıldıktan sonra, bir gece asker giyimli ve eli silahlı, birkaç kan davalısı olduğumuz koruyucu tarafından, ot ve tezek yığınlarımız ile ahırlarımız ateşe verildi, hayvanlarımızın çoğu yanarken, sesleri dahi duyuluyordu.
 
—abim ailesi için, küçük çocukları için ve kendisi için, hep bir yol aradı, hep doğru yolu aradı, kan dökmeden bir yolu olsa, hiç düşünmeden o yolu seçecekti ama başka bir yol olmadığı ortaya çıktı. 
—çok geçmeden her gün defalarca, gözleri açık şekilde can çekişen, küçük yaşlarda iki çocuğu olan, en büyük abim; 
—bu kin, bu nefret ve bu düşmanlık olduğu sürece,
           —artık bizlere bir rahat yüzü yok, 
           —buralarda yaşamak, bizlere artık haramdır,
           —kan dökmeden ve acılar yaşanmadan, bu iş böyle olmayacak
deyip hanımına;
 
çarem kalmadı, sabrım tükendi, ben artık dağa çıkıyorum,  
eşi de bir gün nasıl olsa, dağların yolunu tutacağını bildiği için, kendisini ona göre hazırlamış olmalı ki, kederli, hüzünlü ve acılı sesiyle, sadece; 
"yolun açık olsun"
Allah yardımcın olsun diye bilmişti.
 
—sonra da, çocuklarını tek tek öptü, sımsıkı sarılarak onları kucakladı, 
           —her ikisini de, saçlarını okşayıp;
 
—"ben gidiyorum, ananız size emanettir" dedi ve;  
—serhildan (başkaldırı) için, gecenin bir karanlığında, dağların yolunu tutarak gözden kayboldu. 
—abimin bitmek bilmeyen, baskılar ve sonu gelmez dayatmalarla, çoluk çocuğunu, evini barkını, yerini ve yurdunu, terk edip dağlara çıkmasından sonra, çok geçmeden vakitli vakitsiz, askerler ve arazi anlaşmazlığı yüzünden kan davalısı olduğumuz koruyucular, köyümüze ve kapımıza daha da, bir sık gelmeye başladılar.
 
 
      90'lı yıllarda kimler tarafından ateşe verildiği anlaşılamayan köyler
 
"kendinden vazgeçen insan, her şeyini kaybeden insandır,
zaman bu insana sahip çıkacaksın ki, kendinden vazgeçmesin"
 
{3}
 
"kavgayla hiç bir şey kazanamasın,
 ancak gücünü ve kuvvetini kaybedersin" 
gidin dağlarda arayıp, devlete başkaldıran isyancı terörist oğlunuzu bulun, ya ölüsünü ya da, dirisini getirin, hiçbir hakkınız yoktur, kürt sorunu da yoktur, buna karşı çıkan olursa, buralarda hiç biriniz, bir tek gün yaşayamazsınız, buraları terk edin, ailelerinizle birlikte daha güvenlik yerlere göç edin, yoksa köyde yaşayan hepinizin sonu, çok kötü olacak diye, tehdit üstüne tehditler, yıldırmalar ve zulümler yapmaya başladılar. 
—yaşanan bu olaylardan sonra, artık köyde her asker ve her koruyucu gördüğümüzde, korkar olmuştuk, çünkü halk olarak, güvenlik güçlerinin geceden başlayıp, sabahın ilk ışıklarına kadar süren, korkutucu top atışları ve sonu gelmez yıldırıcı operasyonlarıyla, adeta askerle kol kola girmiş ve devletin tüm imkânlarından yararlanan, kural tanımaz aşiret mensubu koruyucular tarafından, çok korkutulmuştuk. 
—yüzyıllardan beridir, üzerinde yaşadığımız bu topraklarımızda, artık hiç kimsenin huzuru kalmamıştı, köyümüzün dağlarına ve yaylalarına dahi, artık korkularımızdan çıkamaz olmuştuk, gündüz tarlada, bağda ve bahçede, işine gücüne bakanlar, akşam erkenden evlerine can mal ve güvenlikleri tehlikeler altında olduğundan, bir bir kapanıyorlardı. 
—özelliklede abimin dağa çıkmasından sonra, sanki hepimizin beynine, patlamaya hazır birer mayın ve birer bomba inşa etmişlerdi, korkularımızdan köşe bucak kaçarak, artık askerden gizlenir olmuştuk. 
—tüm ailemiz ölüm korkusundan, askerin ve koruyucuların zulmünden ve dayatmacı tehdidinden ötürü, ne yapacağını bilemez bir haldeyken, Diyarbakır-Lice kırsalında yaşanan bir silahlı çatışmada yaşamını yitiren, abimin köy yerindeki apocu milisinden, ölüm haberini aldığımızdan, daha fazla bu eziyetlere dayanamayarak, acılar içerisinde zorunlu olan, göç yoluna koyulma kararı alındı.
   
 
                                                 Zorunlu göçten kareler
"iki arada bir derede mengene misali sıkışan,
 bu insanları hali ne olacak?"
 
{4}
  
"içeride gündüz gözüyle çözüm yollarımız varken,
 ne işimiz karanlık dışarılarda" 
—ailem yüzlerce verimli arazisini, iki katlı evini, onlarca büyük ve küçükbaş davarıyla birlikte, yüzlerce arı kovanlarını köy yerinde, gözyaşları ve beddualar içerisinde bir bir arkalarında bırakarak, beraberinde alabildiği kadar eşyasıyla, Diyarbakır’a kaçmak zorunda kalmıştı. 
—tabii bu zorunlu yolculuk esnasında, Diyarbakır’a ulaşıncaya kadar, geçici köy koruyucuların, yolumuzun üstünde kurmuş oldukları, arama barikatlarında ve kontrol noktalarında, durdurulup beraberimizde getirebildiğimiz çay, şeker, un, yağ ve peynir gibi olan, kuru erzakımıza; 
"dağdakileri ne mi göndereceksiniz?"
diye, bu yaşam malzememize el koyarlardı, diğer bazı eşyalarımızda çoğu kullanılamaz halde, bu barikatlarda bırakarak ancak, Diyarbakır’a ulaşabilmiştik,  
—sonra bir dağın yamacı dibindeki, kenar bir mahalle olan ambarda, depo gibi bir yerde, on bir nüfusla çok ağır ve çok zor şartlarda, yaşamaya başladık, 
—babam yaşlı haliyle, kalabalık külfetine bakmak için, tren garındaki vagonlara, yük taşıma işi olan hamallık yaparak ve bu trenlerden dökülen kömürleri toplayıp satarak, ancak aile geçinimini sağlayabiliyordu, 
—bu dayanılması güç günlerimizde, ailemizin en küçüğü olan kardeşim ölmüştü, o gün hayatımın belki de en zor günüydü, çünkü ailemizin pürü neşesi ve maviş gözlü, küçüğümüzü kaybetmiştik. 
—annem ve babam, kardeşimin ölümüne çok ağlamıştı ama ben hiç ağlamamıştım, olayın şokunu üzerimde atıp, ne olduğunu anlamaya başladıktan sonra, günlerce ağlamıştım, çok geçmeden, 1990 yılında soğuk bir kış vakti, akşam işten eve gelirken, yolda fenalaşan babamda ölmüştü, babamın ölümünden sonra, köyümüze dönemediğimizden, ailece Adana’da bulunan, akrabalarımızın yanına yerleşmiştik.
 
                      
Zorunlu göç mağduru çocuklar
"anadolu'nun bu granit yontusunda, çekiç sallayanların
birbirlerine kan kusturmaları, neyi çözecek ki?"
 
{5}
 
"ben türk olmayan bir anneden doğdum,
 ben kürt olmayan bir babanın oğluyum" 
—aradan bir zaman geçtikten sonra, Diyarbakır’da yakın bir akrabamızdan öğrendi ki, çevre köylerde korucu olup kendi, hısımına karşı silahlanıp kurşun sıkmayı kabul edenler, sadece köyde kalmışlar, 
onlarda zamanla, zorla göçe gönderilenlerin, arkalarında bıraktıkları tarlalarına, hayvanlarına ve köyde bıraktığı, ne kadar kıymetli ve ne kadar, değerli eşyası varsa, tümüne el koymuşlar, geri kalan bazı taşınmazları ise, yakıp yıkarak kullanılmayacak derecede, yerle bir etmişlerdi, mezar yerlerini dahi dağıtmışlardı, 
hatta kocası dağda olan, ya da kocası dağda ölen kadınları dahi, imam nikâhıyla, nikâhlarına almışlardı. 
Babam ve en büyük abim anlatırdı; 
—koruculuğu kabul etmeyen, köylere yönelik baskılar, bazen psikolojik bazen de, şiddet içerebiliyordu, bazı komandolar ya da, koruyucular tarafından köy meydanında genç yaşlı gözetmeksizin toplanan köylüye, toplu halde şinav, komando dansı ve daha bir sürü hareketler yapılırdı, hatta bir kadın, korkudan karların üzerinde erken doğum dahi yapmıştı. 
—operasyondaki askerler, geceleri apocular saklanmasın ya da, konaklamasın diye, köye tank ve top atışları yapılması sonucu; gidecek yerleri olmadığından, evlerini boşaltmayan bir ailenin evi isabet aldığından, üç çocuk bu patlamalar sonucu, feci şekilde ölmüştü.  
—evin enkazında çıkarılan, bu çocukların cesetleri, lime lime olurcasına, paramparça olmuştu, hangi uzvun, hangi bedene ait olduğu, belli değildi, üzerindeki giysilerinden geriye kalan parçalar olmasa, tanınmayacak haldeydiler, dolayısıyla bir battaniye içerisindeki bu cenazeler, yıkanmadan ve birbirinden ayrılamadan, gecenin bir karanlığında, sessiz ve sedasız gömerek defnedilebilmişti.
 
                   
90'lı yıllarda PKK adına yapılan katliamlar
"ben türk olmayan bir annenin parçasıyım,
ben kürt olmayan bir babanın parçasıyım, ne fark etti ki sanki"
 
{6}
  
"lanet okumayın bilin ki, savaş sürdükçe
 savaşanlar birbirini öldürecektir" 
Günlerce beraber kaldığımız mevziimdeki bu öğretmen teröriste; 
—büyük devletimiz bu konularda, güvenliğinizi sağlayıp bir adım atıp, sizlere bir babalık ve bir çağrı yaparak, köylerinize dönün derse ve bunun içinde, gerekli olan yardımları ve resmi izinleri tarafınıza yapsa, yaşadıklarınızı unutup, topraklarınıza tekrardan dönmeyi düşürmüşünüz? 
asırlardır üzerinde yaşadığımız dedelerimizden kalma topraklarımızdan, biz kesinlikle kopmayı ve ayrılmayı, hiçbir zaman istemedik, bu duruma hiçbir zaman, kendimiz razı olmadık, 
ama tüm köy halkı, bu zorunlu sürgün hayatını adeta bir tespihin taneleri gibi dağılırcasına, paramparça bir şekilde, yokluk yoksulluk ve sefalet içerisinde mecbur bırakılmıştı, çünkü köyde bize rahat yoktu, her an her şey olabilir, korkusu içerisinde yaşıyorduk, 
ben zorunlu göçe karşıydım, yine de, elimize böyle bir imkân geçerse, düşünürüz isteriz tabii, 
           —bunu kim istemez ki?
          herkes gibi bizlerde isteriz, yeter ki, terk ettiğimiz köylerimize döndüğümüzde, ölümler, korkular ve yıkmalar olmasın, devlet bizlere sahip çıksın, korkularımızdan arındırsın, gücünü ve sevgisini bizlere yeter ki göstersin, o vakit üzerinde yaşadığımız atalarımızdan kalan, topraklarımızı ve sevdiklerimizin, gömülü olduğu mezarlıkları, bir daha terk etmeyiz.
 
—hayattaki en büyük hevesim, okumak ve öğretmen olmaktı, daha altı yaşındayken, köyümüzde okula başladım, her ne kadar ilk başlarda, zor olduysa da ve her ne kadar, okulun ilk haftasında, 1 rakamını zorla öğrendiysem de, okumayı çok seviyordum, 
—bana okumayı ve Türkçe konuşmayı öğreten öğretmenime, hep büyünce bende senin gibi, öğretmen olacağım, tüm çocuklara, okumayı ve yazmayı, öğreteceğim diyordum. 
"dayanışma içerisinde bu belayı defetmeliyiz,
 bu milletin  tarihi, bunun sayısız örnekleriyle doludur"
 
{7}
 
"cayır cayır yanan bu ateşe,
 seyirci kalanlar ayağa kalksın" 
—hiç unutmam, bir gün beni sormak ve kucağındaki tezeklerle, sobamızı yakmak için, okula gelen ve çamurlu olduğu için, ayakkabılarını dışarıda çıkarıp öyle, sınıfa giren ve yaz kış demeden, her zaman köy dışındaki kuyudan içmemiz için, su getiren ve defterim bittiğinde, yeniden yazmam için silerek, her türlü konuda bana yardımı olan ve bütün kardeşlerime bakan, kendisini üzmemize ve kırmamıza rağmen, sürekli arkamızda duran, fedakâr ve çilelerle dolu bir ömür yaşayan, annemi ve çocukluğumun geçtiği huzur dolu köyümü, hiç unutmuş değilim. 
İnsanı hayretler içerisinde bırakan, hikâyesini anlatmaya devam ederken, tebessüm içerisinde bu teröristte, en can alıcı sorumu sordum; 
niçin devlete başkaldırdın?
           dağa neden çıkmak zorunda bırakıldın?
dediğimde ise, şöyle devam etmişti;
 
—fakültede, birbirileriyle slogan şeklinde, çatışan siyasi grup olayları oluyordu, nedenini bilmediğim sebepsiz bir olaya arkadaşlarımla karıştım, ne olduysa işte her şey, o dışarıdan gelen, bir takım insanların, karıştığı sözlü ve sopalı, grup olayından sonra, başımıza geldi. 
abim çatışmada öldüğünden dolayı da, zaten bozuktu sicilim,
           —Siirt’te nerde bir hadise çıksaydı, gecenin bir yarısında beni baldır küldür yatağımdan alır, nezarete atarlardı,
          
'okul içinde pankart asmak' suçuyla suçlanır, 
           —günlerce inanılmaz işkencelere, maruz kalırdım.
 
her fırsatta aç susuz bırakılırdım, sonunda dayanamayarak; 
'evet pankartı ben astım' derdim, 
işkenceci polisler bu defada; hani bilmiyordun? 
hani sen bu pankartları asmamıştın? diye, döverlerdi, 
sonuçta o karabasan gecede,
           —'nereye astın, nasıl astın'
diye, sabahlara kadar ağza alınmayacak küfürler eşliğinde dayaklar yerdim.
 
                              
Sıkıyönetim döneminden kareler
 
"teröristin aradığı şartları, zafiyetle oluşturan kişi de,
terörist kadar tehlikeli ve suçludur"
 
{8}
  
"bir vasıtanın kasasına, onlarca ırgat istiflendiği müddetçe, 
 bu sorun bitmez" 
gözaltında işkencelerle geçen, iki günümün ardından, serbest bırakıldım, sokakta artık tek başıma, yürümekten korkar olmuştum, 
           —üniformalı bir polis gördüğüm zaman, beni fark etmemelerine rağmen, yine de ürküyordum,
           —beni görmemeleri için, onlardan köşe bucak kaçıyor ve gizleniyordum, 
           —acaba görürseler, beni gözaltına tekrar alırlar mı? diye,
 
okulda gerçekleşen başka bir kavgalı olaydan dolayı, beni yine gözaltına aldılar, yarı göğsüne kadar düğmeleri açık, kolları da dirseklerine kadar sıvanmış, oyuncağıyla oynayan neşeli bir çocuk gibi, elinde özel bir copu olan ve lakabı kara bela diye söylenen bir polis yüzünü titretircesine; 
'yine mi sen' diyerek bana küfürler içerisinde bağırmaya başladı, 
geçenlerde okuldan kaçan, o…çocukları nerede saklanıyor?
ya seve seve söylersin ya da diğer s’yin adını sen kor öyle ötersin, 
—konuş hangi teröristlerle ilişkin var? 
—benim teröristlerle, hiçbir bağım ve ilişkim yok,
           —onların görüşlerini ve fikirlerini benimsemiyorum diye,
belirtmeme rağmen yine de;
 
—konuş lannn, yoksa bu copu, senin gö…ne so….m, 
—bu sözler karşısında ürperiyorsun, bir yerde ödün patlıyor, 
           —bu canavar karşısında, korkudan tir tir titriyorsun,
           —içine çöreklenene sessiz bir bekleyişten sonra, sadece o an için, ölmek istiyorsun,
 
—kışın nefesinizi görecek kadar, soğuk ve dondurucu, yazları ise, insanı bunaltacak ve boğacak kadar, cehennem sıcağı olan ve her defasında, acaba sabaha buradan sağ çıkar mıyım? endişesiyle, kafamı eğerek, dizüstü çömelerek ve sürünerek, içerisine girmiş olduğum, sahanlık gibi hücrede, çektiklerimi ölüm döşeğinde dahi olsam, o acı dolu anları asla unutmam, belki yaşıyordum, damarlarımda hala kan belki, dolaşıyordu ama benim için, yaşamım adına ne varsa, her şey bitmişti.
 
     
Sıkıyönetim dönemlerindeki Diyarbakır cezaevindeki hücrelerden kareler
"bu dünyadan gider olduk,
kalanlara selam olsun"
 
{9}
  
"ceza evi merkez,
 rahat olsun herkes" 
Siirt şehir dışında bulunan,'kışlapalas' olarak bilinen ve gidenin, ya ölü ya da, sakat olarak dışarı çıktığı, bir yer vardı, hatta yakinen tanıdığım okul arkadaşlarımdan iki kişi, bir gece bu mekânda, zorlamalarla üzerlerine yıkılmak istenilen, suçlamaların hiç birini kabul etmediklerinden işkenceler görmüşlerdi, sonra salıverilerek, aynı gününün akşamında, şehir dışında bir yol kenarına atıldıklarından, günlerce açıkta, kokuşmuş şişmiş, kurtlanmış korkunç, bir şekilde, yan yana cesetleri bulunmuştu.  
—her ne kadar, birinin üzerine elektrik kablosunun düşmesi, 
—diğer birinin ise, boğulma sonucu, intihar edildiği söylenip, üzerleri örtbas edildiyse de, bu ölümler, kesinlikle kaza falan değildi, 
—bu iki arkadaşım, buralarda gördüğü, işkence ve eziyetlerden sonra, dışarıda örgüt kıyafetleri içerisindeki, kanunsuz devlet görevlileri olan, kontrgerilla timleri tarafından, infaz edildiklerini herkes biliyordu. 
neticede, lakabı kara bela diye, söylenen ve insanı, bağırtmaktan zevk alan, sarkık bıyıklı bu polis memuru, ırkçılık ve nefret dolu küfürler eşliğinde, beni elindeki özel copuyla, nefes nefese kalana ve bıkıp usanmadan, yorulana kadar, feci şekilde dövdükten sonra; 
—bir daha karşıma çıkma,  
—anam avradım olsun, seni 'kışlapalas'a gönderiz,  
—ancak, ölün o cehennemden çıkar diye, tehdidini de yaptıktan sonra, bir gece vakti, beni tekrardan salıverdiler. 
kâbuslarla geçen günlerimden sonra, ben korkudan artık, eskisi gibi, okuldaki derslerle, fazla alakalı ve ilgili olamıyordum, 
—insan korkunca ve çaresiz kalınca, bir yerde yaşamdan kopmak istiyor, intihar edenlerin ve dağa çıkanların psikolojisini, bu yaşananlardan sonra, insan o zaman, daha iyi anlıyor. 
"kim bu insanların, bu kardeşlerin içine kini nefreti dolduruyor,
 ayağa kalksın"
 
{10}
  
"her PeKeKe’li, Kürt değildir ve
 her Kürt’te, PeKeKe'li, değildir" 
ailemin sık sık rahatsız edilmesi, her defasında; terörist çocuğunuz nerde? diye sorulması, artık benim için, dayanılacak gibi değildi. 
Ama en çokta korkularımı tetikleyen, okuldan arkadaşımın bana söyledikleri, insanı allak bulak eden, şu ürkütücü cümleleri olmuştu; 
"bir gün sende, pisipisine diğerleri gibi, sokak katilleri tarafından vurularak bir faili meçhulle kurban gideceksin" ve seni kimselerin bilemeyeceği gizli kapaklı, bir yere gömecekler, ya da dibi görünmeyen kör bir kuyuya atacaklar, çünkü gidenlerin hepsi senin gibiydiler, ailenin üzerinde ağlayacak bir cenazesi ve bir mezar taşı dahi olmayacak diyordu. Doğrusu arkadaşımın bu söyledikleri, beni büyük korkular içerisinde bırakmıştı, 
sonrası da, gel sana yeni ve iyi bir hayat kurayım, bırak okulunu benimle çalış, iyi kazanır, iyi yaşarsın, hatta istersen aileni, Avrupa’ya dahi gönderebilirim vaadi ile karşıma eli ayağı ve türkçesi düzgün bir adamla tanışmam ve akabinde de, kendimi şemzinanda (Şemdinli) oradan da, tanımadığım başka, kişiler ve bazı kaçakçılarla birlikte, gecenin bir karanlığında, gâh katırlarla, gâh çetin dağ yamaçlarındaki, kayalıklar arasındaki giden dar patikalardan ve dere kenarındaki, yorucu uzun doğa yürüyüşlerden sonra, sınırı geçerek kendimizi bu kamplarda bulduk. 
artık çok sevdiğim bir okulum yoktu, artık öğrenci değildim, artık öğretmen hiç olmayacaktım, belki düşünü kurduğum bütün hayallerim ve yaşama dair, tüm özlemlerim ölmüştü, belki huzurlu ve mutlu değildim, yürüyebildiğim yolun belki de, artık sonuna gelmiştim ama bütün korkularımı ve bitmek bilmeyen kâbuslarla geçen, onca çektiğim yığınla acılarımı, artık Siirt’te bırakmıştım, 
—kısacası örgüt saflarına katılmam ve dağa çıkmam için, yapılması gereken, ne varsa, hepsi bana yapılmıştı. 
"şimdi yaşıyorum ama önceki gibi değil,
 ölü bir hayat yaşıyorum"
 
{11}
  
"eğer bir sorun varsa,
 kesin çözümü de vardır" 
(bence) bir insanlık ayıbı olan, zorunlu göç sonucu, meydana gelen yakmalar, yıkmalar ve tüm yaşananlar, bu ülkenin çözüm bekleyen en büyük ve en trajik sorunların başında gelmektedir. Yapılacak çalışmaların etkin ve kalıcı olabilmesi için, öncellikle Devlet ve bölge insanı arasında, kaybedilen güvenin sağlanması gerekmektedir. 
Bunun içinde, şiddet dönemi ve onun uzantısı olan, zorunlu göç sürecinde, yaşananların sevabı ve günahı ile gün ışığına çıkarılması ve geçmişle, herkesin bir bir yüzleşmesi ve hesaplaşması gerekmektedir, bu bir yerde, uygar bir hukuk devleti olmanın gereğidir. 
Bunun için yaşanan şiddet ve çatışmanın zemini olan ve ülkenin kanayan yarası olan, Kürt sorununa, sadece güvenlik eksenli değil, aynı zamanda siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan, bir bütün olarak ele alınmalıdır, en önemlisi ise, yeniden aynı durumla tekrardan karşılaşılmayacağının, yeniden çatışmaların olmayacağını ve güvenlik gerekçesiyle, yapılan keyfi uygulamaların, bu coğrafyada artık son bulacağının güvencesi sağlanmalıdır. 
Bölgede özelliklede ohal kırsalında, yaşayan, taraflı tarafsız her vatandaşın, can ve mal güvenliği, hukuk devletince bir şekilde, güvence ve garanti altına alınmalı, Cumhuriyet savcıları tarafından, OHAL uygulamaları dâhil, bölgede yaşanan şiddet dönemi, faili meçhul adı altında işlenen tüm cinayetleri ve bölgeyi kan gölüne çeviren çatışma ortamını, adalete ve hukuka uygunluk yönünden, mutlaka ele alınmalı. 
Unutulmamalı ki, eli silahlı karanlık şer odaklı güçler tarafından, o dönemin vahşice işlenen tüm cinayetleri, sadece ateşin düştüğü yeri değil, çevresinde kim var, kim yok, hepsini cayır cayır yakarak, yüreklerinde kalıcı izler, hasarlar ve en ağır tahribatlar bırakmıştır. 
özümü yoksa,
zaten sorun değildir"
 
{12}
  
"öyle an var ki, insanın sözü geçmez,
 ba­zen kendine gücü yetmez" 
           Kendim ohal bölgesinde görev yaptığım süre zarfında, asker ya da, koruyucu tarafından ateşe verilen, yerleşim birimlerini görmedim ama özellikle jandarma timleri (JÖH) veya korucular tarafından dağlarda olan, teröristlerin ailelerini sindirmek ve yerlerinden etmek için, bazı küçük köyleri ve birkaç evin bulunduğu mezra gibi, yerleşim yerlerini yaktıklarını duymuştum. 
Bunun yanında, kim ya da, kimler tarafından, yakılıp yıkıldığını bilemediğimiz, taş üstünde taş kalmayacak şekilde, virane ve harabe olmuş, birçok köy yerini, çıktığımız operasyonlar sırasında görebiliyorduk. 
           Sadece bir defasında, 92 yılında Dargeçit İlçesindeki bir köyde, sıra dışı bir olayla karşılaşmıştım, şahit olduğum bu olayı, özetletmem gerekirse; 
           Koruculuğu kabul etmediklerinden ve bundan dolayı, güvenlik açısından 'tehlikeli kodlu' yani, kirli olarak kabul edildiğinden ve ayrıca, söz konusu köyde, haber elemanı (muhbir) bulamadığımızdan, keşif yapmak ve bilgi toplamak maksadıyla, yöre insanı olan, ben ve benim gibi, 3-5 Mehmetçik arkadaşla birlikte, teröristlerin dağlarda giydiği gerilla kıyafetlerini giyerek ve onlar gibi silahlanarak, bu aşırı sempatizan yandaş köy yerinde, gözümüze kestirdiğimiz, bir vatandaşımızın evinde, bir gece yatıya kaldık, 
hepimiz yöre insanı olduğumuzdan, kir içerisinde esmer karası sakallı göründüğümüzden ve kendi aramızda, birbirimize gerilla ismiyle seslendiğimizden, hiç kimse bizim asker olduğumuzdan şüphelenmezdi. 
(bence) sebep ne olursa olsun, büyük bir ordunun, düzenli askeri olarak, bizlerin bu paçavra döküntü kıyafetleri içerisinde ve kontrgerilla faaliyetleri yürüten, kötü niyetli gruplar gibi, olmamamız ve davranmamız gerekiyor, çünkü birçok etken, inisiyatifimiz dışında geliştiğinden, hiç kuşkusuz bu tür gizli görevlerin tehlikesi, her zaman fazla olmuştur, dahası bu faaliyetlerimizin olduğu dönemlerde, ciddi miktarda faili meçhul olayları yaşanıyordu.)
 
 
                         90'lı yıllarda kim vurduya giden insanlar
"memleketimizde PKK sorunundan ziyade,
 bir Kürt sorunu vardır"
 
{13}
  
"buralara dalaşmadan savaşmadan ve ölmeden,
 barış gelmez mi?" 
Kaldığımız bu yandaş köy, öylesine aşırı ve öylesine, milis bir köydü ki, genelde yaşlı kadınlar tarafından, köy içerisinde, zılgıtlarla ve halaylarla karşılanır, en güzel yemekleriyle ağırlanarak, baş tacı edilirdik. 
Evlerinde misafir etmek için ve rahat etmemiz için, sanki birbirileriyle yarışlardı, o derece örgüt yandaşı-candaşı ve hayranlarıydı, adeta PKK’nın, kalesi gibi bir köydü, tabii tek tükte olsa;
          
"kapımıza gelmeyin"
diye bilen, köylüde çıkabiliyordu.
Örgüt yanlısı olan ve aynı zamanda da, örgütün dağ kadrosuna eleman temin ettiği de bilinen, bu aşırı uç köyde, bir gece kaldıktan sonra, köy yerindeki olan biten, izlenimlerimizi ve vatandaşın, bağ-bahçe işlerine, gidiş geliş şeklindeki, davranış biçimlerinden oluşan, kısa bir raporu düzenleyerek, gelişi güzel çizmiş olduğumuz, bazı krokilerle birlikte, bölük komutanımız Coşkun O.’ya, elden teslim ettik. 
            İki gün daha, bölgenin değişik kesimlerinde, özelliklede köyün giriş ve çıkışlarında, pusulama yöntemiyle bir takım faaliyetler yürüttükten sonra, icra etmiş olduğumuz, bu gizli operasyondan, fazla bir şey çıkmayınca, sonuçsuz bir şekilde geri çekilerek, daha önceden timler tarafından, sille tokat şüphe üzerine alıkonulmuş, on kadar köylü ile birlikte, operasyon bölgesine gelen araçlarımıza binerek, dönüş yoluna koyulduk.
çok geçmeden, araç konvoyumuz seyir halindeyken; köyden büyük bir patlama, sesi ve hemen ardından, köyün üzerinden gökyüzüne kadar, sim siyah dumanların, yükseldiğine şahit olduk.  
şiddetli bir patlama olmasına rağmen, köye geri dönmeyip, Midyat’taki alayımıza gitmek için, yolumuza devam ederek; köy üzerinde, yükselen siyah dumanlar, gözden kaybolana kadar, izleye izleye dönüş yolumuza, son sürat durmaksızın, devam ettik.
 
 
                                      Köy operasyonları
"terörün adresi belli, yirmilik ciğerpare kınalı kuzular ve
 onların dipteki anaları"
 
{14}
  
"emri verende, emri alanda arazide uyur,
 bir vurmak için, düşman ayakta durur" 
Köydeki bu büyük ve bir o kadarda, korkutucu patlamanın nedenlerini, kendim bilmediğimden, şahsı kanaatımce hazırlamış olduğumuz rapor doğrultusunda; sanki o gün, o köyde, bir şeyler olmuştu, 
ya da civar köyden gelerek, bizlere sonradan katılan, bazı köy koruyucuları, bu yandaş köyde, kendilerince bir şeyler yaparak, bu büyük patlamalara sebebiyet vermişlerdi, yahut’ta, bizden hemen sonra, köye (JÖH) jandarma özel harekat timleri, operasyon için girmişti. 
Ama şu bir gerçek ki, hepimizin bir şekilde tanık olduğu, o göğü yere indirircesine, patlayan büyük gümleme seslerinin; ölümlere ve büyük yıkımlara sebebiyet vererek, patlamanın yaşandığı mekânı, yaşanmaz hale getirdiğini düşünüyorduk, işte bu şiddetli patlamadan sonra, şunu anladık ki; orman yakıldığında; kurunun yanında, yaşta yanıyormuş. 
Kısacası tüm bu olan biten karşısında, bir şeyler o büyük patlamadan sonra, o yandaş köyde, olmuştu ama ben o gün, o köyde, neler olduğunu, bizden sonra neler yaşandığını, görmediğimden bilmiyordum. 
           Bu hadisenin haricinden, başkada ateşe verilen, her hangi bir köy ve herhangi bir mezra yeri, görmedim ama özelliklede, uzak ve haberleşmenin, neredeyse imkansız olduğu, sınır boylarındaki kırsal kesimlerde, boşaltılarak harabe olmuş ve inadına, bu zorlu coğrafyada, ayakta durmaya devam eden, ceviz ağaçların bol olduğu, onlarca irili ufaklı, yerleşim birimlerine denk gele biliyorduk, şahit olduğumuz bu virane yerlerin bazılarında ise, açıkta kalan ismi cismi belli olmayan, kemik parçaları, boş konserve kutuları ile yanmış elbise parçası gibi, kıyafetlere de, rastlaya biliyorduk. 
kimi tim komutanı; bunlar hayvan kemiği, 
kimisi de, PKK’lı teröristlerce katledilmiş, 
köylü vatandaş diye, aralarında fısıldarlardı.
 
                                   
Kırsal kesimlerden kareler
 
"vatanımda silahlar sussun,
 bu haykırışta benden olsun"
 
{15}

Sıradaki Konu Başlığını Okumak için

Ya da anasayfaya Dönmek için lütfen tıklayınız...

 
 
 
 
M U S T A F A B İ L G İ N
Ohal Bölgesinden Kareler
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol