"Dikkat Önemli"
'' O ğ u z 33 '' T i m i 90'lı Yıllarda Terörle Mücaadelenin İçerisinde Yer Almış, Dillere Destan '' O ğ u z 33 '' Timin Yaşadıklarını Anlatan Sitemize Hoş geldiniz, Sizleri Burada Tutabilmek İçin, Yapılması Gereken Her Şey Yapıldı, Umarım Kaldığınıza Değer...!!!>'' O ğ u z 33 '' T i m i
   
  ‘Oğuz33’ Timi
  KORKUNÇ OLAYLAR
 
"herkesin bir muradı vardır,
 muradı olsun diye"
 bir uzman çavuşun anıları
 
Operasyonlarda şahit olduğum,
korkunç ve acımasız olaylar:
 
 
Özelliklede 90-93 yılları arasında, bölücü çete mensuplarıyla, yaşanan silahlı çatışmalar sonucu, defalarca örgüte ağır darbe, indirmemize ve arazideki, arama tarama faaliyetlerimizle, birçok barınma alanları olan, kamp yeri ve gömülü, vaziyetteki sığınaklarını yerle bir ederek, bölgede konuşlandırılan gruplara, lojistik manada zayiatlar verdirmemize rağmen, her defasında; adeta Katmerlerce since, çok kısa bir sürede ve yeniden toparlanma, teşkilatlanma ve yaygın olarak, silahlı propaganda faaliyetlerine, hiç ara vermeden, tüm hızıyla ve daha da, güçlü bir şekilde, ohal bölgesinde devam edebiliyorlardı.  
Örgüt elemanlarının sık aralıklarla bazı kırsaldaki köylere giderek, meydanlarda toplu propaganda yaptıkları ve bölgedeki kendilerine taraf olmayan halktan, yardım adı altında zorla para ve erzak topladıkları, kendilerini güvenlik kuvvetlerine ihbar edip ele verdikleri takdirde, köy yerinde toplu katliam yapacakları şeklinde örgüte yandaş olmayan asker ve devlet yanlısı olan yöre insanından, sık sık bu gibi, şikâyetleri alabiliyorduk.  
Almış olduğumuz, bu ciddi duyumlar ve çevreden toplanan, diğer istihbarat raporları doğrultusunda, bölüğümüzün timlerinden oluşan ve operasyon tecrübesi olan, yaklaşık yüz askerle, ihbar edilen ve aynı zamanda da, kirli olarak kabul ettiğimiz ve defalarca, operasyon üstüne operasyon düzenlememize rağmen, güvenlik açıdan bir türlü kontrolü sağlayamadığımız, Diyarbakır-Bingöl ve Muş illerinin kesişmiş olduğu, Genç İlçesi kırsalındaki birçok bölgeye, geçiş üstünlüğü bulunan ve coğrafi olarak, korunma ve saklama gibi, sınırsız imkânlar sağlayan ve asker deyimiyle; bermuda üçgeni yani,  şeytan üçgeni olarak ta bilinen,  Sağgöze bölgesinde, birbirine yakın mesafede, olan ve terörist grupların, önemli geçiş güzergâhında bulunulduğu belirtilen, A. ve B. Mezralarını, kontrol altına almak ve daha önceden, aynı bölgeye çeşitli tarihlerde, yapmış olduğumuz operasyonlarımızda, çevre emniyetini sağlamakla görevli, diğer timlerimizin mevziilerine, sabaha karşı adeta intihar edercesine, kalabalık bir terörist grubun saldırı düzenlemesiyle, yaşanan yoğun silahlı çatışmalar sonrasında, bu hainlerce şehit düşürülen 28 Mehmetçik arkadaşlarımızın, intikamlarını almak ve kanlarını yerde bırakmamak için, Genç İlçesi kırsalındaki Sağgöze bölgesine;
            'atmaca'
adı altında,
özel bir operasyon düzenlemek için, yeniden görevlendirildik
"ama bizde muratsız insan çoktur,
muratlar öldü diye"
 
{1}
 
 "adın adımızdır sanma ki,
  unuttuk senin adını"  
(hatta 28 Mehmetçiğimizin şehit düştüğü, insanın iki avucun birleştirilerek meydana getirdiği oyuk şeklindeki, vadi tabanının çekilmiş ve çerçeveletilmiş, büyük bir fotoğrafını da, Ankara KKK binasında, vaktiyle görmüştüm ve o acıyı, koridorun duvarlarına yaslanırcasına, tekrardan ürkütücü bir şekilde ve dayanılması güç acılar içerisinde, iliklerime kadar yaşamıştım.
           Çünkü felaketin yaşandığı, o gece, bende o bölgedeydim.)
 
Netice de, operasyon tecrübesi olan, bölük komutanımız nezaretinde, bölge hakkında özetleyici kısa bilgiler verdikten sonra, terörist grupların, Diyarbakırın kuzeyine eylem yapmak için, güzergâh olarak ve bir yerde, toplanma noktası olarak kullandığı ve aynı zamanda, terörün uyuşturucu ve parasal ilişkilerininde yönlendirildiği, bununla birlikte domuz ormanlarınlarındaki bir bölgede, örgütün arındırılmış alan olarak, ilan ettiği ve önemli bir gücün olduğu söylenen bir eğitim kampının bulunduğu, Sağgöze bölgesinde bulunan, örgüt yandaşı olan, mezralara namlularımızı çevirerek, icra edeceğimiz operasyon için konuşlandırıldık.
 
                             Operasyon bölgesinden kareler
 
 
"bir gün daha geçti şafaktan,
acaba yarın şafak atacak mı?"
 
{2}
 
 
"mücadele adı altında
 bazen, kırmadık fındık yırtmadık düş bırakmıyorduk"  
             2-3 gün havalı ve siyah ray-ban gözlüklü yüzbaşımızın; değişik taktikleriyle, anılan mezraların kritik yerlerini didik didik arayıp taradık, aynı anda birçok patikasında, teröristlerin geçebileceği hesabıyla, pusu faaliyetleri icra ettik ama değişen bir şey olmadığından, yüzbaşımız buralarda;  
            —"hiç terörist yok"
            —boşuna buralarda, bu kadar oyalandık, diyerek,
timleri çeker gibi yapıp, süratle ve büyük bir gizlilik içerisinde A. mezranın giriş ve çıkışına pusu için bizleri görevlendirerek düşmanımızı beklemeye başladık.
 
Ama gelen giden ve değişen olağanüstü bir durum olmadığından, yine bu faaliyetlerimizde, herhangi bir sonuç çıkaramamıştık.  
Bunun üzerine, birkaç gün kaldığımız bölgeyi, tam terk etmek üzereydi ki, bir evin önündeki, orta yaşlı bir kadının, endişeli hali, diğer timlerimizdeki tim komutanı olan, Oksan asteğmenin dikkatini çekmişti.  
(bu arada, Oksan asteğmenim Bursalıydı ve bilgisayar mühendisiydi, kendisi ve postası Iğdırlı, Bulut ARAS ile diğer aslan parçası isimsiz kahramanlarımızla birlikte, Şırnak Bestler-Dereler kırsalında, geceden işgal etmiş olduğumuz, tepedeki hâkim bölgeye, gizlenmiş durumdaki, 150-200 civarındaki, teröristin üçer beşer şeklinde, şeytanca bir araya gelmesiyle ve sabaha karşı, mevziilerimize sızma şeklinde, saldırı düzenlemesi sonucu, 21 kasım 1993 tarihinde, yaralanıp "gazi" olduğum silahlı çatışmada, "şehit" düşmüşlerdi. 
            Ayrıca, bu operasyonumuzdan birkaç hafta öncesinde 04 kasım 1993 tarihinde vahşice kalt edilen binbaşı Ahmet Cem ERSEVER haberini, radyoda ilk duyduğunda, o gün, oksan asteğmenim, dünyanın küfürlerini edercesine, sağa sola uçan tekmeler savurmuştu, tanıdığı bu vatansever binbaşı, kirli emellerce elleri gözleri bağlı bir şekilde, infaz edildiği ve kullanılmış bir mendil gibi, yol kenarına atılarak, susturulduğu için.)
 
         
Ahmet Cem Ersever (D:Erzurum-1950 Ö:Ankara-1993)
"gaziler bu vatanın seçilmiş,
 Allah’ın en sevdiği kullarındandır"
 
{3}
 
"ismi dahi konulmamış muhtaç ve yetim bırakılan ve
 genç yaşlarında dul kalan, bu boynu bükük insanlar ne olacak?"  
Bu beklenmedik olayla birlikte, Oksan asteğmenim, tercümanlık yapmam için, beni yanına çağırarak, evin önünde duran, bir yerde rengi benzi solmuş bu kadına, birkaç soru sormamı istedi;  
—kocan var mı, şuan nerede?  
—çocukların var mı? yaşları ve nerde, ne işi yaptıkları,  
—maddi durumunuz nasıl?
gibi, benzer soruları, karnı burnundaki bu kadına, sıkmadan sordum, yani ayaküstü bir nevi sorgulama.
 
Kocasının ve büyük çocuğunun gurbette olduğunu, diğer birinin ise, gerillaya yardımdan dolayı, Siirt’te cezaevinde yattığını, eşinin Diyarbakır-Lice’de, el arabasıyla sebze-meyve işi olan tablacılık yaptığını,  büyük oğlunun ise, yaklaşık birkaç aydır İstanbul’da, inşaat işlerinde çalıştıklarını söylemesi ve bu sorgulama sırasında, korkudan hissiz kalması ve panik yaşamasıyla, büyük bir endişe içerisinde olması üzerine; Oksan asteğmenimiz, kadının bu cevaplarına ve bu normal olmayan, duruş ve davranış biçimlerine, bir yerde ikna olmayarak, timindeki askerlere, evi ve çevresini, tekrardan araması için, talimat verdi.  
Sabahın sisli ve alabildiğince soğuk buz gibi bir havasında, evi ve çevresini en ince noktasına kadar didik didik etmemize rağmen, yapılan bu aramalarda, yine bir şey çıkmayınca, bunun üzerine; sinir küpüne dönen ve çevresindeki her şeye, küfür edercesine tekmeler savuran, Oksan asteğmenimiz, evin aşağı kısmında bulunan, ahırı içerisindeki hayvanları, balya şeklindeki otları ve üst üste konulmuş, torbalar dolusu saman yemlerini dışarı çıkartarak, içerisinde aramalar yapılması emrini verdi. 
            Dayanılması güç hayvan gübrelerinin kokuları arasında, yapılan bu arama tarama faaliyetleri sırasında, ahırın zemini asteğmenimizce, dikkatli bir şekilde incelendiğinde, olağanüstü bir durumla karşılaştı.
 
"biz bu ülkeyi,
Türklerle beraber aldık"
 
{4}
 
"nerde işsiz güçsüz saf mağdur varsa,
 dağlarda gördüm"  
Üzeri hayvan pisliği ve saman ile kapatılmış, bir kapak ortaya çıkmıştı, kapıyı andıran bu kapağı kaldırınca, bir askerimizin derhal dehliz gibi, bu yerden içeri girerek, bir sığınak içerisinde, eli silahlı 6 kişinin, olduğu tespit etmişti.  
Çok geçmeden de, ahırın tabanındaki sığınaktan, bir bir çıkartılıp yakalanan, bu ful teçhizatlı teröristler, hemen timlerce mekânın gerekli olan çevre emniyeti, dikkatli bir şekilde alındıktan sonra, kısa bir bekleyiş ile olay mahalline gelen, bölük komutanımız tarafından, yapılan ilk sorgulamalarından, adeta hepsi kendi aralarında, anlaşırcasına ve hepsi kendi aralarında, ağız birliği etmişçesine;  
kanun kaçağı, 
          —asker kaçağı,
 
kaçakçı olduklarını,
apocularla (örgütle) hiç bir ilişiklerinin bulunmadığını, beşinin bulunduğumuz mezradan diğer kişinin ise, F. mezrasında olduklarını söylediler.
 
Ancak tüm bu anlatılanların bir tezgâh olduğunu, böyle olmadığını ve anlatılanların hiç birinin gerçeği yansıtmadığını, tebessümler içerisinde büyük bir sabırla dinleyen bölük komutanımız, karşısındaki elleri birbirine bağlı ve yan yana duran adamları titretircesine birden sesini yükselterek, büyük bir hışım ve büyük bir öfke ile, açtı ağzını yumdu gözünü hesabıyla, sinir küpü gibi, adamlara celallenerek köpür köpür köpürmeye başladı.  
Neticede; F. Mezrasında olduğu, ilk sorgulamada ortaya çıkan, kalın yüz hatları ve kırmızı sakalı olan bir genci, Yüzbaşımız gruptan ayrı olarak, yeniden kurnazca sorguladığında, tüm gerçekleri olduğu gibi, bir bir söylemiş ve beş apucuyu, (örgütçüyü) kendi mezrasına götürmekle, görevlendirildiği ve halen gidecekleri olan mezralarında, on kişiden oluşan bir grubun, kendilerini beklemekte olduğunu itiraf etmişti.
 
 
                                      Örgüt sığınaklarından kareler
"keser döner sap döner,
 gün gelir hesap döner"
 
{5}
 
"hani et tırnak gibiydik,
 niçin bu insanları kaderine terk ettik?"  
Hiçbir eyleme katılmadığını, sucunun af olunması ve bağışlanması halinde, saklananların yerini bizzat gösterebileceğini ve bölüğe her konuda, yardımcı olabileceğini belirten, bu örgüt mensubuyla beraber, kahramanlığı çok seven, yüzbaşımız komutasında, büyük bir gizlilik içerisinde, süratle şahsın yaşadığı ve teröristlerin saklandığı mezraya, sızma şeklinde bir operasyonla, ani bir baskın yaptıysak ta, saklandığı söylenen 10 kişi tüm aramalarımıza rağmen, mezra içerisinde ve çevresinde bulunamadığı gibi, arkalarında da, herhangi bir iz ve bir herhangi bir ipucu da bırakmayarak, mezradan topuklayarak çıkmayı başarmışlardı.  
Bunun üzerine, hiçbir suçu yokmuş gibi, şakır şakır öten teröristtin köy yerindeki babası, ayrı bir odada, bölük komutanımız tarafından, hafif sıkıştırılması sonucu, bu 10 apocu mensubunun, köyün hemen altındaki, yeşil örtünün bol olduğu, dere yatağından kaçtıklarını itiraf etmişti.  
Bu çok önemli bilgi üzerine, hiç vakit kaybedilmeden stratejimizi belirleyip, anılan dere yatağına, süratle iki koldan, grubun olası kaçış yollarını, engellemek ve tıkamak maksatlıyla, çekiç örs düzeneğiyle, korunaklı kayalıklar arasına mevzilenip, bir operasyon bölgede icra ettik.  
Sürek bir av mevsimi gibi, gökyüzünü simsiyah bulutlarla kapladığı bir hava vardı, biraz puslu, biraz sisli ve birazda ılıktı ama su buz gibi ve çok soğuktu, görüş mesafesinin zaman zaman düşmesine rağmen, yine de, teröristlerle vadi tabanında, sıcak bir temasın sağlanması, artık an meselesiydi.
            Bölük komutanımızın, tıpkı bir av köpeği gibi, kurşun gibi ağır olan havayı koklayarak, soğukkanlı ve seri bir şekilde, vadi tabanına ve derenin hâkim noktalarına, yerleştirdiği timlere uygulamış olduğu ve;
 
"demirci usulü"
olarak ta, bilinen bir düzenekle, operasyon sonunda, kesin ve bitirici, sonuç almak istiyordu.  
"yalnızlık paylaşılmaz,
 paylaşılsa yalnızlık olmaz"
 
{6}
 
"şahlanın aslanlarım,
 bu dağlar yiğit görsün"  
Bu düzeneğin ana gayesi; terörist gruba baskın vermek ve çevrelerinin, sarıldıklarının farkına varılmasıyla birlikte, büyük bir karışıklık meydana getirmektir, böylece grubun imhası kolaylaşır.  
İmhayı çekiç görevini üslenen, bölüğümüzün diğer timleri yapacağından, geri kalan bizler ise, grubun sıkıştırılıp üzerinde dövüldüğü, örs vazifesini yapacaktık.  
Özetle 10 kişi olduğu söylenen eli silahlı bu terörist grubunu, yeşil örtünün bir hayli fazla olduğu dere tabanında, uygulamış olduğumuz bu demirci usulü ve bu çekiç örs tekniği sayesinde, sıkıştırmayı ve akabinde de, topyekûn etkisiz hale getirip, imhasını hedefliyorduk.  
Çekiç görevini icra etmekle görevli timlerimiz, uçurumlardan vadi tabanına akarcasına sızmaya başladığında, o an için bölgede su sesinden, kuş sesinden ve aşağılardan gelen kurbağa ve cırcırböceği sesinden başka, hiçbir sesin duyulmadığı, bu vadide kopacak, kızılca kıyametin belki de, ilk habercisiydi.  
Örs görevini icra etmekle görevli olan, ben ve beraberimdeki arkadaşlarım, iri bir kayanın gerisinde, dizlerimizin üzerinde nefesimizi tutmuş, eller tetikte hazır bir şekilde, düşmanın üzerimize gelmesini, tabiri caizse; kucağımıza düşmesini bekliyordu.  
Bu muazzam ve zekice uygulanan tekniğin, herhangi bir sekteye uğramaması içinde, sürekli çevremizi gözetliyor ve dinliyorduk.  
Bu gözetleme esnasında, yeşil örtü içerisinde seçmiş olduğum hedef alanıma, ortalıkta avare avare dolaşan ve saçı sakalı birbirine karışmış, bir baş hedefinin girdiğini, kullandığım silahın dürbününde gördüğüm, o an hemen ateş açmak için, silahımın tetiğini ezmeye başladım.  
Çekiç Örs: Düşmanın kaçma yolunu tutarak, onları sabit kuvvetin üzerine itilmesi  
"kimse bilmez içimde,
 ne yaralar var"
 
{7}
 
"yiğitlik,
 inkâra gelmez"  
            —"ezdim ezdim"
ha ateşlendi ha ateşlenecek, silahımın namlusunda çıkacak olan, merminin koca çekirdeği, baş hedefinin orta yerine girmesi saplanması ve parçalaması artık bir an meselesiydi ki; son anda, mavi bereli biri daha, seçtiğim hedef alanına girince, tetiği ezen parmağımı aniden boşa bıraktım.
            Birden elim ayağım sanki boşalmıştı, kan ter içerisinde, adeta rengim bezim atmış, anamdan emdiğim süt, sanki fitil fitil burnumdan gelmişti, o an için, büyük bir şoktaydım ve çokta korkmuştum.
 
Ölüm ve kalımın birbirine görünmez iplerle, bağlandığı o an için, o kısacık zaman diliminde, namlumun ucunda bulunan hedefteki, arkadaşıma var gücümle ateş edeceğimden, onu yere indirmem içten bile değildi.  
Allah korusun, gördüğüm askerimizi o gün; yanlışlıkla imha etmiş olsaydım, bu insanda dayanılması, beter acılar yaşatacaktı.  
Hayatı boyunca günahından dolayı, insan pişmanlık ve vicdan azabı çeker, böylesi yanlış durumlarda, kaybedilecek her Mehmetçik, o an için senin; vicdanın, gölgen ve belki de, altından kalkamayacağın, en ağır hesabın olur, çünkü her gün beraber olduğun, aynı yerde yiyip içtiğin bir insanın, hayatına son veriyorsun, onu yaşamdan koparıyorsun, dahası böylesi kritik operasyonlarda, bunu şunu;
            —"sen vurdun" diye,
kimse kimseye bir şey diyemez, sonuçta bir yerde iş kazası gibi, bir şey oluyordu.
 
Bu kâbus dolu, manzaradan ve insanı delirten, bu şoktan sonra, korkumdan hafızamı yitirdiğimden, ne düşüneceğimi o an bilemediğimden, sadece başımı aşağıya indirip, biraz bekleyip kendimi o an için, biraz olsun toparlamak oldu, bu gevşeme ve deprem etkisi yaratan, şok dalgadan ve geçici bilinç kaybından sonra, dünyaya geri dönmüş gibi ve anamdan, yeni doğmuş gibi, yüzüme çarpan temiz bir hava ile, çok derin ve rahatlayıcı, bir oh çektim.  
"bu dağlarda, bir dal bile kıpırdansa, ateş edecen,
 hayatta kalmak için"
 
{8}
 
"bu nasıl bir tuzak, anayı koynumuzda besleyip
 yavrusuna yem oluyoruz"  
Tepelerden çekiç faaliyetini icra görevini üstlenmiş diğer timlerimiz, vadiyi yırtarcasına saldırılar düzenleyerek, hainlerin üzerine mermi yağdırmaya başlamasıyla, daha ne olduğunu bile anlayamadan, bu teröristlerin; üzerimize gelmesiyle ve üzerimize koşmasıyla, ortalık birden mahşer yerine dönerek, düşmana istediğimiz ölümcül darbeyi indirerek ve yaklaşık 20-30 dakika kadar süren belki de; bir taş atışı kadar birbirimize yaklaştığımız, hatta göğüs göğüsse şeklinde geçen, bu ölümüne silahlı çatışmamız sonrasında, teröristlerden 8’ni, silah ve teçhizatlarıyla birlikte, yeşil örtünün bol olduğu dere tabanında uygulamış olduğumuz; bu sabır isteyen, kusursuz muazzam yapılanma ve akıl dolu tekniğimiz sayesinde, bir bir etkisiz hale getirmeyi başarmıştık.  
İsimlerini hatırlayamadığım, pırlanta gibi değerli bir tim komutanı olan, asteğmenimiz ve pehlivan gibi olan, bir aslan parçası askerimizi, ağır silahların kullanıldığı düşmanla girilen bu korkunç ve acımasız çatışmada, her iki kulakları ve tüm teçhizatları alınmış bir şekilde, açan mis kokulu, bin bir çiçeklerin altındaki, esmer bir havada; "şehit" vermiştik.  
Sanırım bir yerde, çatışmanın heyecanına kapılarak, aceleci ve sabırsızca, davrandıklarından olsa gerek, bizler bu şehitleri o gün, boşu boşuna vermiştik, çünkü bölük komutanımız mevziilerimize gelebilecek tüm tehlikelere karşı, her türlü alan, tedbirini ve emniyetini, zorunlu hale getirerek, almıştı ve bu doğrultuda, tüm planını yapmış ve uygulamıştı.  
Çok geçmeden şehitlerimize yapılan bu korkunç ve bir o kadarda acımasız olayı, gören ve duyan askerlerimizden, bir kaçı da, küfür edercesine vadi tabanında sağa sola dağılmış vaziyetteki, etkisiz hale getirilmiş, bazı teröristlerin bir bir kulaklarını alıp, naylon torba ve kola kutusu içerisine koyduklarını gördük.
 
 
                                         Çatışmalar sonrasından kareler
"şehit cenazelerinde slogan atarak günü kurtaracağına,
 yanan ateşi söndürün, yürekler bir daha yanmasın diye"
 
{9}
 
"bu dağlarda, arada yoklaya can,
 parmağım mı eksik, kulağım mı eksik diye"  
(bence kimden gelirse gelsin, yaşanan silahlı çatışmalar sonrasında, arazideki cenazelerden, kulak kesmek, burun kesmek, parmak kesmek ve sırf memleketteki arkadaşlarına, palavra dolu hikâyelerle hava atmak için, cesetlerin önünde poz vermek, cahilliktir ve caniliktir.)  
(işgal etmiş olduğum mevziimde, kendi kendime, burada yaşananları ve bunca delik deşik olmuş ve doğranırcasına parçalanmış cesedi, civar köylerde yaşayan halk, bir görse ne yapar? diye, sanırım silahlanıp belki de, topyekûn dağa çıkarlardı, çünkü bu kısacık zaman diliminde; bu kadar insanın, öldürülmesi, bunlar hiçte güzel hoş şeyler değil, o an için, bu olan bitenlerden ötürü, eve dönüş yolumuzda, inşallah ağır bir bedel ödemeyiz diye, endişe içerisinde kara kara düşünmeye başladım.  
Aslında bunun intikamını, PKK’lı teröristlerce, dönüş yolunda mutlaka alınacağını, hepimiz bir yerde, arazideki ve operasyonlardaki, kişisel olarak edinmiş olduğumuz, bazı deneyi nimlerimizden ve tecrübelerimizden dolayı, bu duruma alışık olduğumuzdan, çok iyi biliyorduk.  
Diğer operasyonlardaki silahlı çatışmalar sonrasında, PKK’lı terörist grupların vermiş oldukları kayıplarından ötürü, bu operasyonunda dönüş yolunda, kin ve intikam duygusuyla, mutlaka hilelerle dolu haince bir misillemesi olacaktı, yoksa birbirimizi, nasıl bitireceğiz.)  
Vadi tabanında girmiş olduğumuz silahlı çatışmadan, hiçbir yara bere almadan, istediğimizi neticeyi elde etmemize rağmen, her silahlı çatışma sonrasındaki, bilinen asker muhabbetler yapılmıyor ve ağızları bıçak açmıyordu.  
Çünkü basit ve ferdi hatalar yüzünden iki arkadaşımızı düşmanla girilen bu korkunç silahlı çatışmada şehit vermiştik, bu durum, başarıyı gölgede bıraktığında, moralimizi bozmaya, yetmiş ve artmıştı.  
"insan vücudu çok güzeldir değil mi?
 ama ölüler niçin, bu kadar, çirkin ve kötü kokuyor?"
 
{10}
 
''bazen öyle bir an oluyor ki, keşke çatışma çıksa da,
 yürümesek soluklansak, taze bir nefes alsak diyoruz.''  
İçimizdeki eziklikle de olsa, şehit düşen silah arkadaşlarımızı, kanlı elbiseleri ve parçalanmış bedenlerini, düşe kalka yukarı taşırken;  
—kimimiz bir hiç uğruna giden, bu şehitlerimizin ardından açıktan ağlıyorduk, 
           —kimiz ise, gözyaşlarımızı saklayıp, gizliden gizliye içimize akıtıyorduk.
 
PKK örgütün, yandaşlarına taraftarına ve çevre köy halkına haber salarak, göğsünü gere gere;  
—Türk askeri asla, Sağgöze’ye giremez,  
           —buna yürekleri yetmez,
dediği ve kurtarılmış arındırılmış bölge olarak, ilan ettiği vadiye girmiş, o gün o vadi tabanını, tümden cehenneme;
 
—"insan cehennemine" çevirerek,  
—cayır cayır yakarak, yangın yerine çevirmiştik.  
Beraberimizdeki özelliklede F. Mezrasındaki, çok şey bilen ve bu operasyonda, oldukça da faydalı olan, ayrıca da bölgeyi avucunun içi gibi iyi bilen bu teröristin sayesinde, o gün örgüte çok ağır bir darbe indirerek, giremez dediği yere, mesajımız çok sert bir şekilde, vermiş olduk.
(hatta örgüt bu olaylardan sonra, şarkı yapıp, bu vadiyi, ölümsüzleştirdiklerini köy koruyucularından, duymuş ve sonraki zamanlarda, örgüt yanlısı tv’de, vadinin bu müzik klipini izlemiştik.)  
Sonuçta; Genç-Lice-Kulp kırsalındaki, yalçın bölgeye yapılan, bu çok özel ve çok kritik operasyonu, bitirmiş ve beraberimizdeki, A. mezrasında 5, F. mezrasında da, 2 olmak üzere, sağ olarak yakalanan, bu 7 teröristlerle birlikte, taburumuzun bulunduğu, Bingöl ili Genç ilçesi merkezinde bulunan, halk eğitim merkezi salonundaki birliğimize katılmak için, B. mezrası civarına gelen, araçlarımıza eksik kalmamak için;  
"bismillah"
deyip, dönüş yoluna koyulduk.
 
''bazen de, öyle an oluyor ki, keşke çatışma bitse sağ çıksak da,
sevdiklerimizin boynuna, sarılabilsek diyoruz.''
 
{11}
 
"terörist olup vatanına ihanet edeceğine,
 kendin ol, daha iyi"  
Bölük komutanımız Yüzbaşı Coşkun O’nun, bir takım kendine has, özel usulleriyle ve tilki gibi kurnazca sıkıştırmasıyla, adeta bülbül gibi şaklayarak, örgüte ait bazı gizli yerlerin gösterilmesinde, yardımcı olan ve örgütün dağlarda konuşlu bulunan, silahlı ve askeri kanadı, ARGK militanı ve savaşçısı olan ve örgüt içerisinde, kod adı Orhan olan, Resul HUZURLU ile B. mezrasında teröristlerin kaçmasına, yardım eden ve örgüt gruplarına yataklık suçundan, gözaltına alınan ihtiyar babasıyla birlikte, dönüş yolunda benimde içerisinde bulunduğum araç
içerisinde, elleri bağlı Resul’e, bağırıp çağırmadan, sohbet havası içerisinde, kafamda biriken dünya kadar sorum olmuştu.
 
Oda tıpkı benim gibi, sohbet ortamında, kendisine yöneltmiş olduğum, suallerime cevap vererek, ilginç olan, şu açıklamaları yapmıştı;  
—merkezden gelen talimat üzerine, kod adı ERDAL olan, komutanın emirleri doğrultusunda, ciddi bir eylem yapmak için, gerekli olan hazırlıklarımıza başladık.  
—komutan agit (Mahsum KORKMAZ) ruhunu dağlarda yeniden, canlandırmak ve örgüt merkezin kendi yönünden, önemli bulduğu yaklaşan, 21 Marttaki nevruz bayramı ve son zamanlardaki, yoğun geçen askeri operasyonların, bölgedeki halk üzerinde tedirginlik ve korku meydana getirdiğinden, örgütün lehine gelişen bu olumsuz etkiyi, silmek ve yapılacak olan, bu eylem sonucu, ele geçirilecek mühimmatı, propaganda amacı ile sansasyon dalgalanma yaratmak, askerin üzerinde korku ve panik meydana getirerek, onların cesaretlerini kırmak, morallerini bozmak ve pasif hale getirip, bölgede yapılan bu operasyonlara, bir cevap vermemiz ve şehirlerde, gündem oluşturabilmemiz için, büyük bir eylem, yapmamız gerektiği talimatı verildi.
 
 
           90'lı yılların ünlü komutanı Erdal ve Agit kod adlı Mahsun korkmaz
"herkesin korktuğu ölüm,
 bu dağlarda öylesine çok ki?"
 
{12}
 
lümüzü dirimizi, her gün birimizi, bir gün hepimizi,
 bu dağlar alacak"  
—çünkü son zamanlarda, askerlerin Genç-Lice-Şenyayla, köylerinde gerçekleştirmiş olduğu operasyonlar, herkesin dikkatini çekerek, bir kamuoyu oluşturmuştu, genç yaşlı, kadın erkek, askerin bu peş peşe gelen, operasyonlarını hep konuşuyordu,  
—nevroz günü yapılacak olan, bu eyleminde, Genç-Lice arasında aynı saatlerde, devamlı gidip geldiği bilinen, bir askeri konvoydu,  
—sağlam istihbarat çalışmalarıyla bu yolda, her gün, geçen ve aynı günün akşamı, 3-4 saatleri arasında, bu askeri araçların Lice’deki, üstlerine geri dönüldüğü bilgisi, milislerce tespit edilmişti, derlenen bu önemli bilgiler üzerinde, kısa bir çalışma yaptıktan sonra;  
—kürtçe ismi (koraki) türkçe ismi ise, abalı olan köyün civarındaki, keskin virajların ve uçurumların olduğu, yolda araçların dönüşünde, arasındaki mesafeye uygun, üç grup halinde, pusu görevini icra edecektik.  
—başka birlikler olay mahallindeki, pusuya düşürülmüş konvoyun, yardıma gelmesin ve helikopter desteği almasın diye, bu büyük eylemi, araçların dönüş yolu olan, akşam saatlerinde yapacaktık.  
—abalı köyü civarını seçmemizin nedeni ise, yaptığımız keşif, gözetleme ve istihbarat sonucu, ateş edeceğimiz mevziilerde, siper olabilecek korunaklı ve emniyetli kayalıkların bölgede, çok fazla olması ve yapacağımız bu eylemin bitimine müteakip, süratle olay yerinden, dere yatağına doğru kaçma yollarımıza, başka alternatif kaçış yollarının, fazla olmasıydı.  
—ayrıca, bu bölgeyi, seçmemiz ve buradaki, pusu faaliyetimizin diğer bir maksattı ise, aracın hızının azalması ve ani açılan ateşimizin yaratacağı şokla, karşı ateşin, önlenmesi ve aracın uçurumdan düşerek, kesin imha olmasıydı.
 
             
Grupların baskın öncesi hazırlıklarından kareler
"dilê şivên bixwaze kare ji nêrî şîr derxe. –
 çobanın gönlü isterse, tekeden süt çıkarır"
 
{13}
 
"acı acıyla mı gidecek?
 ne zaman bu acı, bu dağlarda bitecek?"  
—kod adı Erdal olan, tabur komutanından aldığımız eylem talimatı doğrultusunda, gerekli olan tüm hazırlıklarımızı bitirip kendi aramızda, kroki ve yolun çekilen fotoğrafları üzerinde, ormanlık alanındaki bir sığınak içerisinde, tartışmalarımızı tamamladıktan sonra, pusu bölgesinde, tuzağa düşüreceğimiz askeri konvoyundaki;  
—birinci araca, 3. grup,  
—ikinci araca, 2. grup,  
—üçüncü araca da ise, 1. grup saldıracaktık,  
—bu ilk saldırılarımızdan sonra hemen en sondaki üçüncü araca 1. grup ateş etmeye devam edecekti, diğer 2 grup ise, yaptığımız plandaki gibi, çevreye kaçışan askerlerin üzerine, bombalarını ve roketlerini attıktan sonra, araç ve çevresindeki askerleri, ateşe altına alacaklardı.  
—askeri konvoyuna yapılacak olan, bu büyük eylemimiz, 10 dakikadan fazla sürmeyecekti, karşı taraftan, etkili ateş geldiği takdirde; 1. gruptaki, kod adı Rubar olan arkadaşımızın, 3 düdük çalması ile birlikte, eylem yerinden süratle önceden belirlemiş olduğumuz, örtülü dere yatağındaki patikalardan, bir bir kaçacak, plan yaptığımız orman içerisindeki, yere gömülü sığınakta, gece karanlığında buluşacaktık.  
—pusu bölgesinde, bu geri çekilmeyi yaparken de, üzerimizdeki tüm el bombalarını, araçlara atacaktık,  
—sığınağa eksik geldiğimiz taktirde veya çatışmada, yara alan arkadaşımız olduğu taktirde, tüm teçhizatımızı toprağa gömerek, köy yerindeki yurtseverlerin ve milislerimizin evlerine dağılacaktık,  
eylemimizi başarılı saymak için, kayıpsız bir geri çekilme yapmak mecburiyetindeydik, olumsuz herhangi bir şeyler yaşarsak, bu eylem başarısız sayılacaktı.  
"pusudan kurtulmanın tek yolu,
 pusuya düşmemekten geçer"
 
{14}
 
"seni biz değil,
 buraya gönderenler öldürdü asker!!!"  
(bence) Sağgöze bölgesinde, istisnasız olarak belki de, en kritik, konuma ve en önemli, stratejiye sahip bulunan, A. Mezrasında, Oksan asteğmenimizin dikkati sonucu, sağ olarak ele geçirilen teröristlerden, Resul ismindeki bu terörist, bir tilki gibi kurnaz, örgüt hakkında, çok şey bilen ve aynı zamanda da, örgütte takım komutanlığına kadar, yükselmiş olan bu azılı teröristin sayesinde, o gün B. mezrasındaki vadi tabanında;  
—hem PKK örgütüne ağır bir darbe indirmiş, 
           —hem de, şehit düşen 28 askerimizin, kanlarını yerde bırakmayarak, intikamları alınmıştı.)
 
Sonuçta, Resul ile örgüte, yardım ve yataklık yapan, PKK milisi ve fanatik yandaşı olan, aynı zamanda Diyarbakır’ın kuzeyindeki kırsal kesime propaganda faaliyetleriyle yeni kadrolar oluşmasını sağlayan, dağdaki gruplara elaman toplayan ve kazandırmakla görevli, örgütün şehir parçası olan ve öz evladını kendi elleriyle, dağ kadrosuna teslim eden ve boynunda haç kolyesi taşıyan, ermeni dönmesi cani ihtiyar muhtar babasıyla birlikte, Genç’teki taburumuzun olduğu yere, terörist grupların arkamıza, sarkıp takılması ve fırsat buldukça da, çeşitli eylemler gerçekleştirmek isteyen, ancak bu özel birliğe, bir türlü saldırma cesareti gösteremeyen, fakat gece karanlığına kalması maksatlıyla, cılız taciz ateşleri haricinde, vukuatsız olarak, birliğimize ulaştık ve geceyi diğer arkadaşlarımızla birlikte, halk eğitim merkezi salonundaki aşırı soğuk olan, beton bir zeminde geçirdik.  
Sabahlara kadar kesilmeyen rüzgârın, uğultusu ve soğuktan tir tir titreyerek, battaniyenin yarısını altımıza, diğer yarısının da üstümüze örterek, öksüre öksüre, bir yerde sanki tümden veba hastalığına yakalanırcasına iniltiler içerisinde, güç belalarla geceyi sabaha bağladık ve puslu sabahın erkenin de toparlanarak, eve dönmek için, tüm hazırlıklarımızı yaparak, öğlene doğru dönüş yoluna koyulduk.  
"yeter artık verdiğimiz canlar,
ne kadar devam edecek bu kavgalar"
 
{15}
 
"birbirimizden hiç farkımız yok,
 çünkü vuruşuyoruz ve çarpışıyoruz"  
Araçlarımızla seyir halindeyken, yaklaşık 15-20 km kadar, bir araç intikalinden sonra, Bingöl-Diyarbakır karayolundaki, Abalı köyü civarındaki bir kayalıkta, cin gibi bir askerimizin, son anda el kol hareketleri yapan, bir kişiden görüntü almasıyla, teröristlerin sağgözede almış oldukları ağır yenilginin intikamını almak ve kayıplarına karşın misillemede bulunabilmek için, geçiş güzergâhımıza kurmuş oldukları pusu bölgesine, konvoyumuzun birkaç aracı haricinde, geriye kalan büyük bir kısmı, bu ölüm bölgesine girmeden, mecburiyetten hepimiz araçlarımızdan atlayarak, vıcık vıcık olmuş, karla kaplı asfaltın üzerine, tam siper kapaklanıp, insan boyundaki ağaçlık eteklerinin yerini, kayalıklara bıraktığı tepe üzerlerinde bulunan, düşman mevziilerinin bulunduğu, kayalıklardan yoğun şekilde gelen ateşlere, karşılık vermeye başladık.  
(sanki sağgöze bölgesinde, sağ olarak yakalanan ve Genç ilçesinden, Diyarbakır’a gönderilerek, ilgili mercilere teslim edilmek için, ya da TRT’de yayınlanan Anadolu’dan görünüm programına, kafasına bir torba geçirilmek suretiyle, güvenlik birimlerin propagandasını yapmak için gerimizde bıraktığımız, terörist Resul’ün anlattığı ve nevruz için, yapmaya çalıştıkları, bölgede ses getirecek, büyük eylem ile karşı karşıyaydık, açıkçası resulün, araçta bana anlattıklarını, tekrardan düşünmeye başlayınca, o an için, büyük bir şaşkınlık yaşıyordum, yoksa bu bir tesadüf müydü?)  
Ölümün bir kolunu, yaşamında diğer bir koluna asıldığı, ölüm kalım mücadelesinin verildiği karayolu;
           —adeta bir mahşer yerine, 
           —adeta bir can pazarına dönmüştü,
 
—silah sesleri,  
—bomba sesleri ve  
—roket sesleri, yağmur misali öyle yoğundu ki,
 
     90'lı yıllarda TRT'de güvenlik güçlerin propagandasını yapan militanlar
"en sevdiğimizi toprağa gömerken bile,
 ayakta durabildik, kalmasını bildik"
 
{16}
 
"bence esaslı kaptan,
 çalkantılı sularda kendini belli ettirir"  
bu kısacık zaman zarfında, atladığım aracın lastiğinin dibinde, hemen güvenli bir yere, kendimi nefes nefese atmaya çalışırken, araçta benimle birlikte atlayan, beraberimdeki sağa sola dağılmış, çatışmanın etkisiyle dehşet dolu bir ifadeyle, yüzü allak bullak, olmuş ve donuk gözlerle şaşkınlık içerisinde, ümitsizce çevresine bakınan ve savaşta hiç yapılmaması gereken bir şeyi yaparak, silahlarını rast gele yana atan, belki de, ilk operasyonu olan, çoğu daha acemi olan, timlerdeki askerlere bir uçtan ve durmadan, yüksel bir sesle, adeta boğazımı patlatırcasına;  
—"siper alın, siper alın" diye bağırıyordum.  
Gözünü kan ve kin bürümüş bu hainler, tüm imkânlarını seferber edercesine, bulundukları korunaklı hâkim noktalardaki kayalıklarda, adeta dağları yankılırtacasına, var güçleriyle asfalt üzerindeki, araçlarımızı roketliyorlardı ve bu korkunç saldırı sonucu, asfalttaki araç çevresinde bulunan askerlerimiz, daha çok düşmanın, bu sürekli ve ama vermeyen, şiddetli patlamalarından etkileniyorlardı.
            Her merminin ve her
şarapnel parçasının, beraberinde cıvık olmuş karları, adeta mt’ce zıplatırcasına, asfalttan sağa sola, sektiğini ve asfalt yolu duman bulutları içerisinde parçalarcasına, derin çukurlar açtığını görüyorduk.  
Bağırmalar, ana avrat küfür etmeler, krize girip yardım isteyenler, yardım çığlıkları atanlar ve;  
"kurtarın beni komutanım, sevdiklerim var"  
bu benim son operasyonum olacak diyen,  
çaresiz yaralı askerlerimizle, ortalık bir anda, savaş alanına dönmüştü.  
Yaralılarımızın ölüm bölgesi içerisinden daha emniyetli, daha az ateş alabilecek, kuytu yerlere çekebilmek için; 
"çıkın, çıkın" buralardan diye, kendimce bağırıyordum.  
"bu dağlarda bir kurşun sesi, bir barut kokusu bile,
 seni insanlığından çıkarabilir"
 
{17}
 
"meleşir kuzuların sesi,
 bir bir zalim dağ başlarını deliyor"  
Ama patlamalarından dolayı, hiçbir askerimiz beni duymuyordu, kulakları sanki bir yerde düşmanın bu yoğun atışları sonucu sağır olmuştu.  
Asfalt üzerinde, rast gele çevreye dağılmış ve yere kapaklanmaya çalışan askerlerimize, yoğun bir şekilde, düşmanın sıkmış olduğu kurşunlar, beraberinde küçük kar parçacıkları kaldırarak, korumasız bedenlerine, tek tek saplanıyordu.  
Bu durumumuz yaklaşık belki de, 10 dk. kadar devam etti, bu süre zarfında beter acılar ve bitmek bilmeyen kabus gibi korkular yaşıyorduk.  
Gözünü kan bürümüş, düşmanın bu şiddetli saldırısı karşısında, hemen ayaklarımın altındaki asfaltta, mahkûm sıkışık korunaksız bir bölgesinde, benim gibi yere tam siper kapanmış, arkadaşım devrem Konyalı, uzman çavuş Ali G. vardı, bana bakarak;  
deli süvari, bu defa başımız büyük dertte,  
—bunlar bizi garanti vuracak, demesinin hemen ardından;  
insanın adeta içini cızlatan, acı dolu ve acıklı, bir nara ile;  
—"Allahhh yandımmm anammm" diye, 
bir çığlık basması ve feryat figan etmesi üzerine, acılar içerisindeki Ali’ye, neler olduğunu, daha anlamaya çalışırken;  
—"Allah kahretsin, vuruldum" demesi bir oldu.  
Anlaşılan devremin de, açıkta kalan ve korumasız vaziyetteki bedenine, kör bir kurşun, ya da, şarapnel parçası saplanmıştı, hem de en kötü ve en hassas, kaba eti olan kalçasından, asfalttan seken mermiyi veya birbirilerine karışmış, bomba ve roket parçasını yemişti.  
(kadim dostum olan arkadaşım, şuan eşiyle birlikte, Konya’da esnaflık yapıyor, bu çalışma aracılığıyla, ona çok selam eder, kendisine uzun ömürler, işlerinde de bol kazançlı, günler dilerim.)
 
 
                                                           Devrem Ali G.
"bence acı ile yüzleşen,
hep ben ve benim gibi insanlar oluyor"
 
{18}
 
"kahramanlar yapılması gerekenleri
 ne pahasına olursa olsun yapanlardır"  
Sonuçta yanı başımızdaki devremin, düşman ateşiyle vurulmasının hemen akabinde, artık hayatta kalabilmek için, fazla vaktimiz yok, endişe ve korkusuyla, mecburiyetten ölüm bölgesinden kaçarcasına, pes etmemek ve düşmana karşılık verebilmek için, üstümüzdeki askeri kıyafetlerimizin, sürünerek adeta asfaltın üzerine bir bir parçalarını kazırcasına bırakarak, yol üstündeki başka bir askeri aracın, lastiğinin dibine kadar, gelmeyi başardık.  
Açıkçası ölümün kol gezdiği, bu ölüm kusan düşman makineleri karşısında, hepimiz neye uğradığımızı şaşırmıştık.  
Bir yerde o an için, kör kurşunun, nerden sekeceğini, şarapnel parçasının, nerden geleceğini bilemeden, yaşamak kadar belki de, zor başka bir şey daha, yok bu dünyada.  
Çünkü bu hain saldırı sırasında, dağları yırtarcasına yankı latan ve hedef ararcasına, tepemizde kudururcasına dolaşıp ardından da, asfalt zemine ve taşlara çarpıp, vınlayarak çakmak gibi, seken seslerden dolayı, büyük bir acı ve kâbus gibi, bitmek nedir bilmeyen, korkular yaşıyorduk.  
İçerisinde çırpınarak bulunduğumuz, bu çaresizlikten ve dayanılması güç yıldırıcı olan, bu beter korkulardan kurtulmak lazımdı.  
Büyük bir felaket yaşamamak için, ne pahasına olursa olsun, bir an önce, tıkanıklığa sebep olan, bu yoğun ateş baskısını kırmak, lastik diplerinde ve asfalt üzerinde, sağa sola dağınık bir şekilde, yayılmış olan bizlerin, nefeslenmesi ve bölgede biraz daha güvenli mevzii yerleri işgal etmemiz için, gerimizde kalan konvoydaki diğer timlerimizdeki arkadaşlarımızın, artık hiç vakit kaybetmeden, çeşitli ateş destek unsurlarıyla, tüm riskleri göze alıp, derhal düşmanı çevirmek için, harekete geçmesi gerekiyordu.  
"dağları mesken tuttum,
çok oldu görmeyeli sevdiklerimi unuttum"
 
{19}
 
"kinleşmekten, savaşmaktan yorulmayan toplumlar,
 barışa ulaşamazlar"   
Aksi bir durumda, ölüm bölgesinde olan, iki askeri aracın, çevresine rastgele dağılmış, elli kadar, belki de, daha fazla Mehmetçiğin, büyük bir facia sonucu, kırılmaması, o an için, işten bile değildi.  
Bunun yanında ölüm bölgesindeki araç lastiği diplerinde, asfalt üzerine, tam siper kapaklandığım yerde, kendimde çok gayret ediyorum, ayağa kalkmaya, kendimce ölüm bölgesindeki, diğer askerlerimiz gibi, bir şeyler yapmaya, birkaç adım atmaya ama ölüm kusan, silahlar ve bu silahların, beraberinde çıkarmış olduğu, ürkütücü ve korkunç sesler değil, ayağa kalkmaya, aracın lastiği dibinde, başımı dahi çıkarmama müsaade etmiyordu.  
O an için belki de, tek bir kurşun dahi saplayamamıştık, düşmanın alçak bedenine ama dünya kadar, asfalttan seken kurşun yiyorduk, bir bir savunmasız bedenlerimize, hem sonuç alamamak, hem de kayıp vermek, böylesi uy­gun olmayan şartlarda, askeri timler arasında, hezimet duy­gusunu uyandırdığından, böylesi berbat durumlar, haliyle askerlerimizi bir şekilde, demoralize olmasına sebep oluyordu.  
Biraz gerimizde, asfaltta kapaklanmış vaziyette duran, MG-3’ye, karşımızda duran insan boyundaki, ağaçlık alanın hemen bitiminden sonra başlayan, yumurta şeklindeki, tepecik ve hâkim noktadaki, iri kayalıklara durmadan, darbeli bir biçimde, ateş açmasını söyledim, bu arkadaşımızın, son pozisyonunu görebilmek için baktığımda, silahını kurmuş ateşe başlıyordu ki, büyük bir patlamayla, yolun diğer tarafına, roket mermisi düştüğünü görmemle, basıncın etkisiyle olsa gerek, sırt üstü kendimi yere atmam bir olmuştu, kısa bir toparlanmadan sonra, tekrar MG-3’müze baktığımda, iyi olduğunu gördüm ama tehlike hala olağanca hızıyla, onunda benimde ve asfalta üzerinde duran, onlarca askerinde kapısındaydı.  
"kahramanlar öyle şeyler yaparlar ki,
insanlar şaşar kalır"
 
{20}
 
"ölümden korkmayan ölmez,
 ölüm kendine koşanları vurmaz"  
Neticede dönüş yolumuza, düşmanın şeytanca ve türlü hilelerle dolu, kurmuş olduğu bu silahlı hain pususunda, fazlada yapabileceğimiz bir şeyimiz yoktu, çaresizce bulunduğumuz ölüm bölgesinde, herkes gibi bende, karşıdan ve asfalttan;  
—"çuuuvvv"
diye, sekerek gelecek olan ve savunmasız bedenimize, saplanarak bizi vuracak, hatta belki de hayattan koparacak, düşmanın kör ve buz gibi, bir kurşununu bekliyorduk.
 
O an düşmanın fazladan asker indirmek için, dişlerini sıkarcasına var gücüyle, saldırdığı ölüm bölgesinde, umutların adeta cansız bedenlerimizin derinliklerinde kaybolduğu, asfalt üzerinde ve araç lastiği diplerindeki, askerlerin birbirilerine bakışarak, yüzlerindeki acı dolu anlamsız ifadelerle, merak ettiği tek şey ve birbirlerine sorabildiği, tek sual vardı;  
—sıra kimde?  
—hedefte, bu defa kim olacak acaba?  
—kimi alacak, başka surete bürünmüş Azrail?  
belki de, benim canımı alacak,  
—eğer bana isabet ederse, nereme gelir,  
—kurşunu neremden yerim acaba?  
—beni sakat bırakır mı, yoksa hayatımı mı alır?  
Bu sorularının cevabını o an için, hiç birimiz düşmanın haince saldırdığı, ölümün kol gezdiği, ölüm dolu pusu bölgesinde, düşünemediğimizden bilemiyorduk.  
Bildiğimiz tek şey, asfalttan sekerek bizi bulacak, bedenimize kalbimize ve zihnimize, saplanacak kör kurşunu, hatta ölümü, ölmeden bir yerde yaşayarak, dayanılması güç olan, büyük acılar çekerek, bitmek bilmeyen korku içerisinde yaşamamızdı.  
"bu dağ başlarında, acıya göğüs geriyorum
ama yaşamdan da, umudu kesiyorum"
 
{21}
 
"niçin bu acımasız dağlarda, bir kelebek gibi yaşıyoruz?
 yoksa hayat bir günden mi? ibaret"
Bir taraftan mermilerle, şarapnel parçalarıyla bacağından, omzundan ve yüzünden yara almış Mehmetçikler, diğer taraftan da, bu yaralı askerlerimizin; feryatları ve yardım çığlıkları, böylesi bir manzara karşısından, insanın bir yerde aklını oynatmaması, çıldırmaması ve fıttırmaması elde değildi, ondan asfaltta dua etmeye başladım;  
—"ya Allah ya sabır" dedim,
           —gördünüz mü bir tane gitti, 
           —halledeceğiz geleceğiz, bu çakal sürüsünün üstesinden,
           —Allah bize yardım edecek diye,
paniğe kapılmış arkadaşları, kendimce teselli etmeye çalıştım.
 
Neticede, bölüğümüzün diğer timleri, düşmanın şiddetli baskısını kırmak ve ölüm bölgesindeki bizlere, zaman kazandırmak için, riskli manevralar yapmak zorunda kaldılar, çok geçmeden de, bu arkadaşlarımızın bulundukları yerlerini terk ederek, yapmış oldukları korkusuz ölümüne sıçramaları sayesinde, adeta; sıramızı beklediğimiz ölüm bölgesinde, taze bir nefes almak için ve bir daha cehennemi yaşamamak için, asfalt ve araç lastiklerinin dibindeki, açık hedef pozisyonundaki, emniyetsiz ve korunaksız basit yerlerimizi, süratle terk ederek, arazide karların üzerine yeniden gözü dönmüş düşmanla savaşmak için, kendimizi daha emniyetli ve daha korunaklı, mevzi yerlerine atmayı başarmıştık.
            Yüzümüzden ateş fışkırırcasına kan ter içinde kalmıştık, etrafımızdan vızır vızır geçen mermiler değil, durmadan koşmak kesmişti nefesimizi.
 
Tabii önümüzde uzanan, yaklaşık 100-150 mt. düşmanın yoğun ateşi altındaki, kıyameti andıran ölüm kalım mücadelesinin verildiği, dümdüz alandaki bir mesafeyi zikzaklar çizerek, alan bitimindeki yamaçlara tırmanarak, yeni mevzii yerlerine korkusuzca girmek, öyle zannedildiği gibi, pekte kolay olmamıştı ama ayakta durabilmek için ve hayatta kalabilmek için, bu hamleyi yapmak zorunda kalmıştık.  
"bu dağlarda, dalından düşen bir palamutta dahi ateş edeceksin,
hayatta kalmak ve ölmemek için"
 
{22}
 
"güneşin katran kızılı rengini,
 zalim dağların zirvesine hafifçe bıraktığını, gördük"  
Güneş dağların ardına girip, karanlık artık bulunduğumuz ölüm bölgesine, çökmüştü ve ne ilginç ki, doğanın eşiz tüm güzellikleriyle dolu, adeta insanın gözlerini kamaştıran ve bu görkemliğiyle, insanı ayrı dünyalara alıp götüren, bir manzaranın yanında düşmanında bir an olsun durmaksızın, devam ettiği yoğun ateş baskısıyla, karşı karşıyaydık.  
Bir taraftan mevzilendiğim yerdeki karın üzerinde, elimdeki kanas silahımla, düşmanın bulunduğu hâkim tepelerdeki, iri kayalıklara baskı kurmak için, rastgele ateş açıyorum, diğer taraftan da, dürbünü ile bulunduğum çevremde gözetleme yapıyordum.  
Bu faaliyetlerimde fırsat buldukça da, soluklanmak ve kurumuş boğazımı ıslatmak için, yerdeki kirli karın olduğu, buz taneciklerinin kapladığı katmeri, eldivenli parmak uçlarımla kazıyıp, altındaki temiz bembeyaz, kristal kristal karı avuçlayıp, ağzıma atmak ve kuruyan boğazımı ıslatmak oluyordu.  
Tüm bunları bulunduğum kar deniz gibi, pürüzsüz bölgedeki basit mevziimde yaparken, ansızın 70-80 mt. civarı, karlara batıp batıp çıkarak, mahkûm bölgeden ilerleyip, bir doruğa bir zirveye doğru, adeta rüzgârı yararak, sendeleyerek ve kayarak ilerlemeye çalışan, iki büklüm şeklinde, eli silahlı, çok aceleci bir terörist gördüm.  
Sanırım adam timdeki arkadaşlarımızın, yaptığı manevralar sayesinde, sıkışıp kıstırıldığından, mevziisini terk ederek, tabana kuvvet vınlayarak, kaçmaya çalışıyordu, ya da, aşağıdaki araçlarımıza, bombalarını fırlatmaya gidiyordu, dolayısıyla üzerime doğru yaklaştığını da fırsat bilerek, bu teröristi ateşimle hemen aşağı indirdim, biraz bekledikten sonra da, 5-10 hızlı adım koşarak, vurduğum adamın düştüğü yarı kar, yarı toprak olan, zemin üzerine tam siper tekrardan kapaklandım.  
"ikisi de, ölmemek için ateş eder ama sonuçta,
 birisinin anası ağlar, ya da her ikisinin"
 
{23}
 
"ağıt ağıttır,
 her dilde söylenen ağıt, gözyaşı ve acıdır"  
Bulunduğum yer karanlık olduğundan, imha edilmiş teröristi, tam olarak seçemiyordum, ondan fazla beklemeden, silahını almak için, alev gizleyen bölümünden tutup, kendime doğru çekerek almaya çalıştım, uğraştım ve bunu birkaç kez, kuvvetlice yapmaya çalıştım ama bir türlü bu silahı, siper aldığım yerden alamadım, sanırım kayışı bir yerlere, takılmış veya dolanmış olmalıydı, sonuçta silahı almaktan vazgeçip, cansız bir şekilde yerde yatan bu teröristin, sadece kullandığı kaleşnikof silahından, seri bir hamle ile şarjörünü sökerek almak oldu. 
Bir müddet daha bulunduğum mevziide kalarak, çevremi gözetlemeye koyuldum ama etrafıma baktığımda, benden başka kimselerin olmadığının farkına vardım.  
Bir anda, sanki buralarda bir tek ben varmışım gibi, tuhaf bir ruh hali aldım ve çok sürmeden de, yalnız başıma kaldığım bölgeden, irkilerek iki büklüm şeklinde, karlara batıp batıp çıkarcasına, bir yerde adeta kucağıma ışınlanırcasına, kendiliğinden düşmesi sonucu, imha ettiğim bu teröristin, bulunduğu yerden sağa sola, döne döne, hızlıca koşar adımlarla ve kayarcasına uzaklaştım.  
(ölümlerin olduğu yerlerden yürürken, adımların tek tük seslerinden, insanın yalnız olduğunu hissetmesi kadar, acı ve zor olan, başka bir duygu, o an için yoktu.)  
Diğer timlerimizdeki arkadaşlarımızın, kaçan PKK’lı teröristlerin, arkasından sıcak takip için gitmesiyle, onları karda bıraktıkları izlerini ve arazideki çeşitli emayelerini takip etmesiyle, bulunduğumuz bölgedeki kritik silahlı çatışma bittiğinden, kısa bir toparlanmayla, hemen yanı başımızda bulunan abalı jandarma karakoluna doğru yaya olarak, harekete ettik ve geceyi, bu karakolda geçirdik.  
"dağda yürümek ne kadar zordur, bilir misin?
  insanın her adımında kanı çekilir"
 
{24}
 
"dört mevsim av yasağı olmayan bu dağlarda,
  niçin av yasağı ilan edilmiyor ki"  
O gece jandarma karakolunda, timlerdeki herkes kendi derdine düştüğünden, yarasını kendi sardığından, kaç kaybımızın ve diğer timlerimizde, şehit olup olmadığını bilemiyorduk ama teröristlerin ilk ateşinde, ölüm bölgesinin ortasında kalan, iki araçtan atlayarak, kamyon altlarına ve araç lastiklerin diplerine, rastgele dağılmış askerlerimizin, özelliklede asfalttan tıpkı bir çakmak misali gibi, sekerek gelen kurşunlardan ve büyük bir gürültü ile
patlayarak, üzerimize yağan şarapnel parçaları ile hafif ve ağır olmak üzere; vurulan baya arkadaşımız olmuştu.
 
Zorunlu olarak, geceyi geçirdiğimiz abalı karakolunda, sabahın erken saatlerinde, bölgeye gelen skorsky helikopterleriyle, şehit ve yaralılarımızı gönderdikten sonra ve geceyi civar köyde geçiren, diğer timlerimizin karakola gelmesiyle, dün akşama doğru dönüş yolunda, düşmanın haince atmış olduğu ve fazladan asker indirmek için, var güçleriyle saldırdığı pusu bölgesindeki, silahlı çatışmanın yaşandığı arazide, arama faaliyetleri için, yaya olarak tekrardan harekete geçtik.  
Kısa bir intikalden ve tırmanmadan sonra, yanıma üç asker alarak, bir yerde şans eseri imha ettiğim, teröristin bulunduğu yere gittik.  
20-25 yaş arası zayıf, çelimsiz ve esmer karası teröristin, eğilip silahını aldığımda, kayışının koluna ve boynuna dolandığını gördüm, sanırım bu yüzden dün gece bu silahı alamamıştım.
Kararmış teröristin üzerini aradığımda cebinde;  
—kan durdurucu ilaç paketi,  
—bir el radyosu ve kanlı 100 alman mark çıktı,  
belindeki kuşak üzerindeki palaskasında ise, dört el bombası ile birlikte göğsünde ve silahının kabza kısmında, ARGK savaşçı rozeti vardı, kurşunu sanırım göğsünden almıştı.
 
 
              Etkisiz kılınan teröristin üzerinden çıkan fotoğraflar
"çocuğum ölmeseydi de, bir ömür boyu zindanda yatsaydı,
razıyım diyen, gözü yaşlı yitik anneleri gördük"
 
{25}
 
"terörle mücadele başka,
 teröristle mücadele bir başkadır"    
Beraberimdeki asker arkadaşlara;  
—kaldırın bu leşi, asfaltın olduğu yol kenarına götüreceğiz,  
—jandarmalar kimlik tespiti falan yapacakmış dediysem de;  
—"Türk askeri leş taşımaz"
diyerek, hiç biri bu işe yanaşmadı, hepsi soğuk baktı bu taşıma işine, tuhaf bir ceset olduğundan, sanırım askerlerimizin mideleri falan kaldıramadı.
 
Bunun üzerine bir anlık boşlukta kaldığımı düşünerek, şimdiye kadar hiçbir operasyondaki, silahlı çatışma sonrası, aklımdan dahi geçirmediğim ve kesinlikle yapmadığım, o bitirici hamleyi, sabahın köründe yapmak için, belimdeki çekmaster bıçağımı çıkararak, dün akşam karanlığında, tek atışla yere indirip, imha ettiğim teröristin, sol kulağını kestim.  
Tıpkı bir tahtakurusu gibi duran, cansız bedeni acı ve keskin kokularla harmanlanmış olan, adamın sararmış kulağını alırken, bir damla kanın o an gelmediğini ve yere bir damla kanın da, damlamadığını gördüm. 
            (Daha öncede silahlı çatışma sonrası, kulak kesme ve parmak kesme olaylarını, ohal bölgesinde ve sınırlarımız ötesine düzenlenen operasyonlarda, timlerce imha edilen militanların üzerindeki, birçok eksik uzuvlarında görürdük ve bu gibi kesme haberleri askerler arasında çok konuşulduğuna da, hep duyardık da.
            Kendimde bu kulak kesme olayını, ilk kez ve istem dışı bir hareketle yapmıştım, doğrusu bunu niçin yaptığımı, o an bende bilemiyordum, zira altüst olmuş, çok karışık bir ruh hali içerisindeydim.  
Kim bilir belki de, sağgöze operasyonundaki, dere yatağında her iki kulakları alınmış olan ve yürekleri belki de, cennete bahçesine uyuyan ve bir o kadarda, kocaman birer sağlam kalp taşıyan, adeta doğranmış, şehit silah
arkadaşlarımızın, intikamları alınsın diye yapmışımdır.
 
 
                                                            Operasyon belgesi
"ne kadar az korkarsak o kadar az tehlikedeyiz
ama biz bu dağlarda, hep korkuyorduk"
 
{26}
 
"iki taş arasın da, sıkışıp kalan
 bu insanların hali ne olacak?"  
Neticesinde, sebep ne olursa olsun, o anki insanın ruh hali, nasıl olursa olsun ve ne gibi, karışık duygular içerisinde olursa olsun, düzenli bir ordunun askeri olarak, bunu yapmama gerekirdi, pişmanım, dolayısıyla bu çalışma aracılığıyla teröristin geride bıraktığı ailesinden, içtenlikle;  
"özür diliyorum")  
Beraberimdeki askerler, çelimsiz ince belli bu teröristin;  
—sünnetlimi değil mi anlaşılsın diye,  
şalvarının üzerindeki yaklaşık, 5-10 metre uzunluğundaki kumaş parçası olan kuşağını aldılar, tabii bu işi yaparken, adamı karlar üzerinde, çevire çevire tıpkı bir topaç gibi, dön dere dön dere, kuşağını çözdüler.  
Neticede yapılan bu işlem sonrasında; adam sünnetli çıkıyordu.  
Birkaç saat emniyetli bir şekilde, bulunduğumuz bölgeyi arayıp taradıktan sonra, başka da bir şey çıkmayınca, karakola geri döndük.  
Geceden teröristlerin kardaki ayak izlerini, takip eden timlerimiz, beraberinde arazide bulup getirdikleri iki çobana, bölüğümüz astsubaylarından Aynalı astsubayın, elleri gözleri bağlı bu adamlara, karın üzerinde eziyet ettiğine şahit olduk, her soruda bir uçan tekme sallıyordu, adeta Irak'taki ebu greyb cezaevi'nde, Amerikalıların yaptığının daha kötüsünü, bu gariban köylüler görüyordu. 
            Sonra ortaya ohal bölgesinde yaşayan, tüm herkesi, PKK’lı olarak sivilde bilinçaltı etmiş, kendini bilmez bazı askerlerimiz çıkardı, bu sorgulamadan ve bu yapılan işkencelerden sonra;
 
—hiç asker vurdunuz mu? diye sorarlardı;  
köy kırsalında şüphe üzerine yakalanmış ve çok net bir şekilde hallerinde masum gariban olduğu belli olan, bu savunmasız sivil kişilere.  
—yok komutanım, valla ta biz askerin yanındayız,  
—billah ta, biz devletimizin tarafındayız,  
"kimse boyundan büyük işlere kalkışmasın, hezeyana kapılıp
gaflete düşmesin, yazık oluyor buradaki fakir fukaraya"
 
{27}
 
"sırf birlik olsun kardeşlik olsun diye,
 birlik ve kardeşlik olmuyor"    
ne olur bizi bırakın,
           —hiçbir zaman biz, pekeke safında olmadık,
 
hiçbir zaman biz, devlete karşı gelmedik diye,
yalvarıp yakarmalarına rağmen, yine de, her tarafı vukuat kokan, birkaç askerimiz bildiğini okuyarak, biplenecek en ağır küfürler eşliğinde ve sanki yığınla birikmiş dayakları varmış gibi, küt pat
adamları, yine uçan komando tekmeleri sonucu, karların içerisine sırtüstü veya yüzüstü savrulurlardı.  
—bizi dövmekten, ne anlıyorsunuz komutanım?  
—bizi döverek elinize, ne geçecek komutanım? diye, 
feryat figan içerisinde karşılık verdiklerinde ise; küt pat adamlar yine, gözyaşları ve acılar içerisinde, vıcık vıcık olmuş karların içerisinde.  
(şahit olduğum bu gibi durumlara, insan olarak hep üzülmüşümdür, neticede emir kulusun, yapılabilecek fazlada bir şeyin yok, üzülmekten ve seyretmekten, başka ama kendimi bu gariban köylülerin yerine koyarak, empati kurmaya çalışırdım, tüm bu olanlardan ve tüm bu aşağılamalardan sonra, ne yaparım diye; ya da, bölgede yaşayan halk, bu gibi durumlara, şahit olsa veya duysa, neler olur diye; sanırım yürekleri kin ve nefretle doldurulan bu suçsuz köylüler, evlerinden önce dağın yolunu tutar, halk ise, cümbür cemaat silahlanıp, belki de cephe almak için, dağa çıkarlardı.)  
Çıktığımız bazı operasyonlarımızda, öyle çobanlara denk gelirdi ki, korkularından tek başına dağlarda ve yaylalarda yakalanan bu insanlar;  
—kimi zaman askere, Allah diye tapardı, o derece askerlerden çok korkarlardı, tabii bunlar bizim gördüklerimiz,
          —ya jandarma özel harekât (JÖH) timleri tarafından, yapılan acımasızlıklar? 
          —ya da, değerli mallarına el konulması için, bazı korucuların kaçakçılara yaptığı zulümler?
 
Bölgede özelliklede, kırsal kesimde ve sınır boylarında, yaşayan halka acıdığımdan, bu olaylar sonrası, kendimce hep üzülmüşümdür.  
"bu kardeşlik nasıl olacak,
 kimden öğreneceğiz biz bu kardeşliği"
 
{28}
 
"yaralamak ne kazandırdı ki bizlere,
 bugüne dek ne geçti ki elimize ?"  
(Dışarıya veya herhangi bir kapı komşuna gidemiyorsun, yaylaya, ava, çobanlığa vs. yerlere çıkamıyorsun, gece evinde çıkıp görüldüğün an;  
—asker pat diye, vurur seni,  
—sanki bir nevi, bölgede sokağa çıkma yasağı vardı.  
Yollarda, köy giriş ve çıkışlarında, asker ve koruyucu tarafından kurulan barikat ve güvenlik kontrol noktaları bolca bulunduğundan, dört mevsim akşam saat 4’ten sonra can güvenliği gerekçe gösterilerek, her hangi bir yere seyahat edilmesine izin verilmezdi, hava kararınca yatıyor, gün açar kalkıyorsun, Ohal böylesine kötü bir durumdu, adeta bölgeyi o yıllarda, açık hava hapishanesine dönüştürmüştü.
(böylesi manzaralara insan şahit olduktan sonra, düşünmeden edemiyor, bölgedeki bu insanlar, insan hakları evrensel beyannamesinin neresinde yer alıyor diye?)
 
Bu gibi benzeri baskılar, dayatmalar ve ardı arkası gelmeyen yasaklar, fakirliğin kol gezdiği bölgedeki halk nezdinde, itibar kaybettiği için ve halka hizmet etmediği için, sonuçta beraberinde korkular, güvensizlik ve bitmek nedir bilmeyen, kardeş kavgaları getirmiştir.  
Özetle koca bir kuşak, sebepsiz yere, bir kardeş kavgası içerisinde büyümüştür, Türkün de Kürdün de canını acıtan ve kanını akıtan bu çatışmalardan, terör adı altında yapılan ve kardeşliğimizi baltalamaya yönelik olan, bu kirli hesaplardan, milletimizin özde bir birlik ve beraberlik içerisinde artık kurtulmasının vakti gelmiştir.  
Unutmamalıdır ki; şer güçlerini, özelliklede ohal bölgesinde, halkın canına ve malına zarar vermeden, halkın arasından bulup, çıkarabilmek ve dağdaki eşkıyayla ayrı tutmak, ancak halkın güvenlik kuvvetlerinin, yanında ve tarafında olmasıyla mümkündür, yani halk desteği olmadan bir örgütlenme, ayakta kalamaz ve barınamaz.)
  
                          
Genç-Abalı operasyonundan kareler
"kürt kardeşlerimizle dağdaki eşkıyayı bir tutmayın,
arada fark var, dağlar kadar"
 
{29}
 
"savaşlarda birçok kez,
 güzel insanlar, kurban olur"  
            Neticede dönüş yolunda, düşmüş olduğumuz acımasız kanlı pusuda, akşam karanlığında imha ettiğim teröristin, şarjörsüz silahını, bombalarını ve diğer eşyalarını beraberimizde getirip, karakolundaki tabur komutanımız teslim ettim, onun haricinde de, bize saldıran bu azılı terörist grubundan başka da, bir şey çıkmamıştı.
Sivaslı olduğunu bildiğim, uzun boylu, dev cüsseli ve üst tertip olan bir çavuş, imha ettiğim teröristin, kesilen kulağını karların üzerinde alarak, içerisinde yaklaşık, 5-6 belki de, daha fazla, kesilmiş kulak olan, naylon beyaz bir poşeti, cebinde çıkararak;  
—ben bunlardan kendime tespih ve anahtarlık yapacağım,  
—arkadaşlarıma hava atacam, bu kulakların sahiplerini,  
—hepsini tek tek ben dağlarda geberttim ve doğradım diye,  
keyifle ve abartırcasına anlatması, oradaki hepimizi çok şaşırtmıştı.  
Kesilen bu kulakların hepsi, naylon torba içerisinde, kirli sarı renginde buruşmuş, bir hal almıştı, sanım bu askerimiz, sağgözdeki operasyonda öldürülen, sekiz teröristten toplamıştı, tüm bu kulakları.  
Silahlı çatışmalar sonrasında, topladığı kulakları gittiği yerlerde, vahim derecede fotoğraflarda sergilerken, hiç düşünmüş mü o insan?  
"av" olarak gördükleri tarafından, 
           "av" olarak, bu dağlarda görüldüğünü ve adım adım takip edildiğini?
tabii tüm bunları, bir meziyetmiş gibi anlatmakta yanlıştır, olaylar ve şahıslar, tamamen gerçek olduğundan konuya değiniyorum. 
           
Sonuçta konvoyumuzun arkasına, sarkıp takılan ve fırsat buldukça da,her türlü namussuzluğu, yapmaktan geri kalmayan, bu kudurmuş terörist gruplarıyla, başkada herhangi bir çatışmaya girmeden, Midyat’taki taburumuza dönmüştük, tabii dönüş yolunda teröristlerce ateşe verilerek yakılmış, kamuya ait yığınla hurda aracılarına da rastlamıştık.
 
 
                       Teröristler tarafından ateşe verilen araçlar
"merhametin acıma duygusunun olmadığı yerde,
insanlığın ne önemi var"
 
{30}

Sıradaki Konu Başlığını Okumak için

Ya da anasayfaya Dönmek için lütfen tıklayınız...

 
 
 
 
M U S T A F A B İ L G İ N
Ohal Bölgesinden Kareler
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol